Cumartesi, Temmuz 29, 2006

La Ultima Noche by Diego Torres


Quiero terminar con toda la esperanza que quedó
Hoy voy a arrancar lo que ha quedado en este corazón
Siento que olvidar la última mirada que me dió
puede ahogar por fin el ultimo recuerdo de su voz
Porque he llorado tanto, tanto, tanto que no siento
Sus lágrimas quemándome, ay quemándome en el cuerpo

Ay de mí, que esta maldita lunaborre de mi pecho este dolor
Ay de mí, es la última noche
que voy a sufrir por este amor

Quiero despertar mirando las estrellas otra vez
Hoy van a brillar los cielos que me han visto padecer
Creo que soñar los besos que me ha dado por amor
pueden alcanzar para curar mi pobre corazón

Voy a quedarme solo, solo, solo, solo y vivo
Dejando que se pierda poco a poco en el olvido
Para matarla pronto, pronto,
Para olvidarme todo, todo
,Para quedarme solo, solo y vivo

Ich liebe dich, du Seele, die da irrt
im Tal des Lebens nach dem rechten Glücke,
ich liebe dich, die manch ein Wahn verwirrt,
der manch ein Traum zerbrach in Staub und Stücke.

Ich liebe deine armen wunden Schwingen,
die ungestoßen in mir möchten wohnen;
ich möchte dich mit Güte ganz durchdringen,
ich möchte dich in allen Tiefen schonen.

Christian Morgenstern

THE DREAMS OF THE YOUNG GIRL AND THE SEWER MAN



She sees a husband in her dream,
A well-bred man with a salary of 100 liras;
They get married and move to the city;
Letters come to their address;
Happy Acres, Basement Floor;
The apartment is the size of a box;
She doesn't work washing clothes anymore
Or washing windows.
As for washing dishes,
They're only her own.

Their children are healthy as tops;
They buy a used car.
She takes them to Kizilay Park in the mornings
So that little Yilmaz can play in the sand
Like society children.

The sewer man's most choice dream is a bath,
He lying on the marble slab;
The scrubbers stand in line next to him.
One of them pours water
And the other lathers him.
A third waits with a sponge in his hand.
As other customers are entering the bath,
The sewer man,
Now like pure cotton,
Leaves.




Orhan Veli
Translated by Murat Nemet-Nejat, 1989


[Next Page] [Index] [Previous Page] [Poetry Page]

THE PARADE OF LOVE


he first one was that slender, reedy girl,
I think now she's the wife of a merchant.
I wonder how fat she's grown.
But still I'd like to see her very much.
It isn't easy, first love.

........................... goes up
......................... we stood in the street
......................... even though
........... our names were written side by side on the walls
........................... in the fire.

The third was Miss Munevver, she was older than me,
As I wrote and wrote and tossed letters into her garden
She was in stitches reading them.
Remembering those letters,
I feel ashamed, as though it were today.

The fourth was wild.
She used to tell me dirty stories.
One day she undressed in front of me.
Years have passed, I still can't forget it.
So many times it entered my dreams.

Let's skip the fifth and come to the sixth.
Her name was Nurunnisa.
Oh, my beauty,
Oh, my brunette,
Oh, my lovely, my lovely
Nurunnisa!

The seventh was Aliye, a society woman,
But I couldn't appreciate her very much;
Like all society women
Everything depended on earrings and fur coats.

The eighth was more or less the same shit;
Look for honor in somebody else's wife,
But if asked of you to throw a tantrum,
Lies, fits;
Lying was second nature to her.

The name of the ninth was Ayten.
She was a belly dancer in a bar;
While working she was the slave of any man
But after work
She slept with whom she pleased.

The tenth grew smart
And left me.
She wasn't wrong either;
Making love is the business of the rich or the idle
Or the jobless;

If two hearts get together
The world is beautiful, it's true,
But two naked bodies
Belong in a bathtub.

The eleventh was a serious worker.
What else could she do?
She was a maid for a sadist;
Her name was Luxandra;
At night she would come to my room
And stay till morning.
She drank cognac, got drunk.
And before dawn, she went back to work.

Let's come to the last one.
I got attached to her
The way I loved no one else.
She wasn't only a woman, but a person.
Not foolishly after fancy manners,
Or greedy for goods and jewelry.
``If we are free'' she said;
``If we are equal'' she said.
She also knew how to love people
The way she loved living.


This poem, which was found wrapped around his toothbrush after
his death, is unfinished.

:)))







Size bugün vaktim biraz varken şaka gibi gerçek bir kaç komik olay anlatayım diyorum:

**Yeni kabin memuru olarak başlayan hostes arkadaşa Amsterdam test uçuşunda kaptan pilot

ve ekibi şaka yapıyorlar.Arkadaşın eline bez veriyorlar,kokpit camlarını hostesler silerek diyerek

bir elinde camsil,bir elinde bez arkadaşa güzelce cam sildirip resmini çekiyorlar.Sonrada

tembihliyorlar , arkadaşlarına söyleme.Her yeni gelene yapacağız bu şakayı:)

**Yeni kabin memuru olarak başlayan bir erkek arkadaşa da Düsseldorf test uçuşunda kaptan pilot :

-Git,yakıt al gel, diyor eline kağıt uzatarak.

Bu şaşkınlıkla kağıdı eline alıyor ne yapacağını bilemiyor ,acaba eğitimde öğretmişler miydi diye

ekibe de soramıyor.Havalimanına inip soruyor nereden yakıt alacağım diye tabii bu sırada

uçaktaki ekip yerlerde:)))

Thank you :)



Country..........Visits
Turkey................951
Germany............324
USA....................138
France..................70
Canada................68
Netherlands........42
Others..................28
Iran.......................28
Malaysia..............28
Bulgaria...............28
Switzerland.........28
UAE.....................13


Sweden ,Saudi Arabia ,Romania ,Portugal ,Macedonia ,Kazakhstan ,Japan ,Jordan ,Belgium ,Italy ,Spain ,Brazil

Doğan Cüceloğlu'ndan...

Doğan Cüceloğlu

Toplumsal Kontrat

Çin bilgeleri üç büyük bilinmezden şunu anlarmış: 1- kuş havayı, 2- balık suyu ve 3- insan kendini bilmezmiş. Çin bilgelerinin söylemek istedikleri, “bize çok yakın olan, sürekli iç içe yaşadığımız şeylerin farkında olmayız,” gerçeği olsa gerek.

Toplumsal yaşam güven duygusu olmadan cehenneme döner. Her gün binlerce, evet abartmıyorum, binlerce etkileşimimiz olur; bu etkileşimler, otobüse binme ve inme, ya da kaldırımda yürüme gibi rutin ve otomatikleşmiş davranışlar olabildiği gibi, telefonda ya da yüz yüze konuşmaları içeren bilinçli sosyal faaliyetler olabilir. Bu etkileşimlerin her birinde sosyal ortamdaki diğer insanların iyi niyetlerine ve o iyi niyete bağlı davranışlarına olan güven o kadar gereklidir ki, bu güven olmadan sosyal yaşam cehenneme dönüşür.

Sosyologlar bu tür güvene, “sosyal kontratlar” adını verirler. Toplumsal yaşamın devam edebilmesi için her toplum kendine özgü sosyal kontratları yaratır ve yaşatır.

Evet, bugün yine güven konusunda yazmak istiyorum

Korkulu Rüyam

Taksiye binmek için elimi kaldırıyorum, önümde turan taksi şoförü, ben taksiye binmek için kapıyı açınca, “paran var mı,” diye soruyor. Hayretler içinde yüzüne bakıyorum; ilk defa böyle bir soruyla karşılaşıyorum ve, “bunu neden sordun,” gibi şoförün yüzüne bakıyorum. Fakat şoför sorusunun tuhaf bir yanı olduğunu düşünmüyor, benden cevap bekliyor. “Tabii var,” diyorum ve gitmek istediğim adresi söylüyorum.

Taksi ücretini ödedikten sonra, şoförle etkileşimimin yarattığı tuhaf bir duygu içinde lokantaya giriyorum.

Güler yüzlü bir Bey “Hoş geldiniz” diyor ve “Beyefendi, bu lokantada yediğiniz yemeklerin ücretini ödeyecek paranız umarım vardır,” diyor ve kredi kartıyla mı, yoksa peşin mi ödeyeceğimi soruyor.

Şaşkınlık içindeyim; peşin ödeyeceğimi söylüyorum. Benden bir miktar paranın depozite olarak kasaya bırakılması ricasında bulunuyor.

Bey çok kibar davranıyor, ama, söyledikleri onurumu incitiyor. Kendisine bu muameleye şaşırdığımı söylediğinde, duygumu çok iyi anladığını, böyle davranmak zorunda kaldıkları için çok üzgün olduklarını, ama son aylarda yaşadıkları nedeniyle bu tür tedbirler almak zorunda kaldıklarını söylüyor ve bu konuda hiçbir istisna yapamayacaklarını belirtiyor.

Şaşkın vaziyette cüzdanımdan bir miktar parayı kasaya depozito olarak bırakıyorum.

Masaya iştahım kaçmış ve şaşkın olarak yönelirken elektronik bir tarama kapısından geçmek zorunda olduğumu fark ediyorum ve o kapıya yöneliyorum. Cebimde taşıdığım tırnak makasımı almak zorunda olduklarını yine kibar fakat kararlı bir sesle bana bildiriyorlar. Bir tırnak makası ile neden lokantada oturamadığımı soracakken, hemen yanda asılmış bir levha gözüme ilişiyor: “Güvenlik elemanları ile konuşmak ve soru sormak yasaktır!”

Öfkeli, yalnız ve şaşkın bir vaziyette o lokantadan çıkıyorum; bana potansiyel bir suçlu muamelesi yapan bu lokantada yemek yememeye karar veriyorum. Fakat kasaya depozite olarak bıraktığım para aklıma geliyor.

Kasaya gidiyorum ve depozitoyu geri istediğimi, bu lokantada yemek yemek istemediğimi bildiriyorum. Yemek yeyip yemediğimi soruyorlar, “Hayır, yemedim, burada yemek istemiyorum!” deyince, elime bir form veriyorlar ve bu formu doldurarak kendilerine geri vermemi istiyorlar. Formu elime alınca bakıyorum ki, lokantada o an çalışan garsonların ve başgarsonun yemek yemediğimi kanıtlayan imzalarını almam gerekiyor.

Çaresiz, öfkeli, saldırgan bir durumdayım. Ne yapacağımı düşünmem gerekir, diye içimden geçirirken uyanıyorum.

Toplumsal yaşamda gizli anlaşmaların önemini anlatan bu rüya beni derinden etkilemişti.

Gizli Anlaşmalar

Yukarıda anlattığım rüyadan sonra yaşamımdaki yüzlerce gizli toplumsal anlaşmalar üstüne düşünmeye başladım. Örneğin, belediyenin otobüs işletmesiyle var olan anlaşmamın farkına vardım: otobüs durağına gelmesi beklenen otobüs gelecek, durakta duracak, kapı açılacak, şoför sarhoş olmayacak, elimdeki bilet geçerli olacak, otobüste hiç kimse bana vurmayacak, küfretmeyecek ve inmek istediğim durakta otobüs duracak, kapı açılacak ve inmeme izin verecek kadar kapı açık kalacak. Otobüs hattan kaldırılırsa belediye bunu daha önceden duyuracak.

Bu gizli anlaşmalar bende ve otobüs şirketinde karşılıklı beklentiler oluşturmaktadır; beklentiler yerine getirilmezse ilişki gerginleşir, rahatsız olurum.

Haber verilmeden kesilen su ve elektriğin beni niçin rahatsız ettiğini, bu rahatsızlığın altında hangi beklentilerin yattığını şimdi daha iyi anlıyorum.

Kişiler arası ilişkilerde de bu gizli anlaşmalar sürekli var. Düşünün, on beş yıldır evli adam eve gelince karısı akşam yemeği olmadığını, şimdiye kadar hep kendisinin pişirdiğini, artık sıranın şimdi kocasına geldiğini söylüyor. Adam şaşkın, ne diyeceğini bilemiyor; ve tahmin edebileceğiniz gibi öfkeli. Bu öfkenin altında farkında olmadığımız gizli beklentiler var; bu gizli beklentiler yine farkında olmadığımız gizli anlaşmalar üzerine kurulu.

Metroda ayaktayım; adam on iki yaşındaki oğluna, “kalk amcana yer ver!” dedi. Çocuk bir babasına, bir bana baktı ve hiç sesini çıkarmadan ayağa kalktı. “Çocuğu kaldırmasaydınız,” dedim. “Büyüklere yer vermesini öğrensin!” dedi. Bu toplumda nesilden nesile aktarılan bir gizli anlaşma, “büyüklere yer verilir,” “büyüklere saygı gösterilir.” Bu gizli anlaşma bir beklenti yaratır ve bu beklenti karşılanmazsa ortamda rahatsızlık olur, öfke olur.

Ben ilk defa uçağa bindiğimde yirmi üç yaşındaydım ve pasaport kontrolünün dışında başka bir güvenlik kontrolü yoktu. Bugün ayakkabınızı dahi çıkarttıkları güvenlik kontrolü oluyor.

Toplum olarak güvenin yüksek olduğu toplumsal dokudan güvenin düşük olduğu bir toplumsal dokuya gidiyoruz. Toplumsal dokuda güvenin yüksek olduğu toplumlarda yazılı yasal kontratlara pek gerek kalmaz; çünkü yazılı olmayan gizli kontratlar güçlü ve geçerli olunca, yazılı kontratlar güçsüz ve gereksizdir.

Toplumsal Sermaye

Daha önceki bir yazımda sözünü ettiğim toplumsal sermaye gizli toplumsal kontratlar üstüne kurulur. Gerçekte bir toplumun tek sermayesi, o toplumda yaşayan insanların birbirlerine duyduğu güvendir.

Bir toplumda katı kurallar varsa, aşırı denetleme gereksinmesi duyuluyorsa, bürokrasi ve bürokratlar sorgulanamaz güç mercileri olarak görülüyorsa, parası olan parasını yatırım yerine altına ve dövize yatırıyorsa, o toplum önemli bir güven sorunu yaşıyor demektir. Bütün bu söylediklerim, toplumsal dokuda güven eksikliğine işaret eder.

Bir toplumda kurallar asgari düzeyde ve esnek ise, denetlemeye o kadar önem verilmiyorsa, bürokrat ve bürokrasi iş yapıcının emrinde çalışıyorsa, parası olan ülkede üretim için yatırım yapıyorsa, o toplumda toplumsal sermaye yüksektir; para ve bilgi türünde sermaye, o toplumda iyi değerlendirilir.

Hangi Ülkede Yaşamak İstersiniz?

Mümkün olsa ve bu ülkede yaşayan herkese, “insanların birbirine güvendiği, güvenin yüksek olduğu bir toplumda mı, insanların birbirine güvenmediği, güvenin düşük olduğu bir toplumda mı yaşamak istersiniz,” diye sorsak, hiç kimsenin, “insanların birbirine güvenmediği, güvenin düşük olduğu bir toplumda yaşamak isterim,” diyeceğini sanmıyorum.

O zaman şöyle bir sonuçla karşı karşıya kalıyorum: “Benim ülkemde herkes insanların birbirine güvendiği bir toplum istiyor, ama, ülkemin insanları birbirine güvenmiyor!”

Bu çelişkili durum nasıl ortaya çıkıyor?

Güvenin İki Anlamı

Kendine güveni olmayan insanlar diğer insanlara güvenemezler.

Burada iki tür güvenden söz edilebilir: Biri kişinin doğru bildiğini yapacağına, dürüst davranacağına olan güven, ikincisi de becerikli olduğuna, iyi iş yapabileceğine olan güven. Birincisine ahlaklı olduğuna dair güven deriz; ikincisine becerikli olduğuna dair güven deriz.

İki tür ahlak olduğuna inanıyorum: (1) “Elalem ne der” türü dış kaynaklı ahlak; (2) “Ben ne derim” türü iç kaynaklı vicdan ahlakı.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışında yetişen çocuk, on bir, on iki yaşlarında, o toplumu yöneten temel ahlak ilkesini keşfeder. Bu ahlak ilkesini şöyle ifade edebiliriz: Kimse görmezse mesele yok.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışında yetişen kişiler bilirler ki, kimse görmezse insanlar mutlaka ahlaksızlık yaparlar. Ahlaksızlığı önlemek için insanları sürekli denetlemek ve gözetlemek gerekir. Müfettiş, uzman müfettiş, baş müfettiş, teftiş kurulu, başbakanlık teftiş kurulu, cumhurbaşkanlık teftiş kurulu birbirlerine güvenmeyen insanları gözetlemek ve denetlemek için vardır.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışı içinde ahlaksızlık yapan kendi vicdanına karşı bir sorumluluk hissetmeyecektir; çünkü vicdanın gelişmesi için fırsat verilmemiştir. Olmayan şeye sorumluluk duyamazsınız. Yapılacak en akıllıca şey, “gören elalem”e rüşvet verip, onları görmemiş durumuna düşürmektir.

Kendinin dürüst olacağına güvenmeyen insan, diğer insanların dürüst olacağına güvenemez. Kimse olmadığı, görmediği halde dürüst davranmak “elalem ne der,” ahlakında kerizlik, salaklık, çıkarını bilmemek demektir. Öyleleriyle karşılaşırsa elinden geldiği kadar onları sömürme hakkını kendinde görür; çünkü o olaylara, “babana dahi güvenmeyeceksin” bilgeliği içinde bakar.

“Sen ne dersin, aynada gözlerinin içine bakabilir misin,” ahlak anlayışı, vicdanın gelişmesine olanak sağlar. Böyle bir anlayış içinde yetişen çocuk on bir, on iki yaşlarında şu temel ahlak ilkesini keşfeder: Gözlerinin içine rahat rahat bakamayacağın şeyleri yapma ve söyleme. Herkesi aldatabilirsin, ama, aynada sana bakan gözleri aldatman mümkün değil. Aynada bakan gözler senin vicdanındır.

Bu ahlak anlayışına “vicdan ahlakı” diyelim.

“Vicdan ahlakı” anlayışında yetişen kişiler bilirler ki, hiç kimse görmese dahi yapılan yanlış davranışı kendisi bilmektedir ve o nedenle vicdanıyla karşı karşıyadır.

Ahlaksızlığı önlemek için vicdanlı insan yetiştirmeye önem vermek gerekir; insanları sürekli denetlemek ve gözetlemek gerekmez. Müfettiş, uzman müfettiş, baş müfettiş, teftiş kurulu, başbakanlık teftiş kurulu, cumhurbaşkanlığı teftiş kurulu, bu kurullarda çalışanlar “vicdan ahlakı” geliştirmemişlerse, dürüstlüğün teminatı değillerdir, çünkü hepsi satın alınabilirler.

“Vicdan ahlakı” anlayışı içinde kişi önce kendi vicdanına karşı bir sorumluluk hissedecektir; çünkü vicdanın gelişmesi için fırsat verilmiştir. Vicdan kişinin ahlaki sorumluluk kaynağıdır. Yapılacak en akıllıca şey, “vicdanının sesini dinlemektir.”

Kendisinin dürüst olacağına güvenen insan, diğer insanların dürüst olacağına güvenerek işe başlar. Kimse olmadığı, görmediği halde dürüst davranmak “vicdan ahlakında” kerizlik, salaklık, çıkarını bilmemek değil, tam aksine uzun vadede akıl ve ruh sağlığına götüren en akıllı yol olarak görülür . “Vicdan ahlakı”ndaki kişi dürüst vicdan sahibi insanlarla karşılaşırsa elinden geldiği kadar onlarla işbirliği yapar; yüksek güvene dayalı bu işbirliği içinde sağlıklı bir toplum ve gelecek yarattığını düşünür.

Doğan Cüceloğlu (09/07/2006)

Bana Bir Koca Lazım:)






En keyifli şarkılardan biri dinlediğim :)Biraz ilan gibi ama :)

Tarzı ritmi çok dinlendirici ama ben sanırım biraz geri kafalıyım,belki az biraz

statükocuyum .Seviyorum bu şarkıyı ....


Yüreğinde isyan varsa gel yanıma yanıma yanıbaşıma
Gizli bir rüyan varsa gel yanıma yanıma yanıbaşıma
Kendinle kavgan varsa gel yanıma yanıma yanıbaşıma
İmkanız bir sevdan varsa gel yanıma yanıma yanıbaşıma

Ateşe baca lazım kitaba hoca lazım
Bana bi koca lazım o da bu gece lazım

Anlatsın da roman olsun hediyesi zaman olsun
Yalnız beni sevdiğini söylesin de yalan olsun

Aaaaaaa yanaklarım kiraz çilek
Düşlerim pembe bulutlar
Açıyorum çiçek miçek
Eteklerim mor salkımlar
Aaaaaaaa aşkın zamanı mı var

Ateşe baca lazım kitaba hoca lazım
Bana bi koca lazım o da bu gece lazım

Aaaaaaa yanaklarım kiraz çilek
Düşlerim pembe bulutlar
Açıyorum çiçek miçek
Eteklerim mor salkımlar
Aaaaaaaa aşkın zamanı mı var

Ateşe baca lazım kitaba hoca lazım
Bana bi koca lazım o da bu gece lazım

Soli Özel'den...Ortadoğu...

Hava sıcaklığı, tahammül edilmez savaş görüntüleri Türkiye'deki fantastik düşünce üretimini arttırdı. ABD'nin Türkiye'yi "güçsüzleştirilmiş, her an bölünme tehdidiyle karşı karşıya" bırakmak istediğinden Lübnan'dan sonra sıranın Türkiye'ye geleceğine kadar uzanan senaryolar tedavüle giriyor.
Bunları yazanların elbette dayandıkları sağlam kaynakları, yaşanan olayları algılar ve değerlendirirken kullandıkları derin teorik çerçeveleri vardır. Aynı olayları farklı kaynaklar ve tarihsel perspektiflerden yararlanarak değerlendirenler farklı sonuçlara da varabilirler.
Ortalığı kana ve ateşe bulayan son gelişmelere baktığımızda bazı çarpıcı görüntülerle karşılaşıyoruz. Lübnan ve İsrail ziyaretlerinde Amerikan dışişleri bakanının söylediklerini dinleyenlerden bazıları, kendisinin farklı bir gezegende yaşadığından kuşkulandılar. Roma toplantısının başarısızlığında da şaşılacak bir durum yoktu. Zira ABD'nin sorumlu davranmayan devlet diye değerlendirdiği İran ve Suriye hazır değildiler. Bugünkü sorunun doğrudan veya dolaylı taraflarını zirveye çağırmaz, ateşkes için de vakti erken bulursanız olacağı da budur. Kaldı ki ABD'nin İsrail'e işini bitirmesi için zaman tanımak istediği de baştan beri açıktı.
Bir sorun da orada çıkıyor. İsrail beklediğinden daha dayanıklı bir Hizbullah ile karşılaştı. İsrail basını bu harekatın karar verme sürecini de, İsrail ordusunun askeri performansını da giderek daha şiddetle eleştirmeye başladı. Başlangıçta Hizbullah aleyhine dönen Lübnan kamuoyu, gelen haberlere bakılırsa giderek öfkesini İsrail'e yöneltmekte.
Bu savaşın daha iki-üç hafta daha sürmesi ihtimali yüksek. İşin sonunda, eğer İsrail Lübnan'ı 1982'de olduğu gibi işgal etmezse Hizbullah gücünün yeterli bir kısmını muhafaza ederek Lübnan siyasetinde etkisini sürdürecektir. Bunun da ötesinde savaş sürdükçe ve feci insan manzaraları ekranlara geldikçe Hızbullah'ın popülaritesi Şiilerden hazetmeyen Sünniler arasında da artıyor. Zira örgüt, mezhepçi davranmamakta İsrail'e karşı direnmekte, Filistin davasını sırtında taşımaktadır.

Suriye
çok daha rahat
İran ve Suriye'nin bu çatışmalardan zayıflayarak çıktığını söylemek mümkün değil. Tersine İran nükleer programı konusunda daha fazla sertleşecektir. ABD'nin Birleşmiş Milletler'de İran'a yüklenmek için destek bulma ihtimali zayıflamaktadır. Suriye ise geçen yıla göre kendisini çok daha rahat hissediyor. ABD'de etkili çevreler Suriye'yi İran'dan kopararak bu beladan çıkmayı arzuluyorlar. Ancak bugünkü şartlarda Şam'ın böyle bir adımı atması için Başkan Bush'a güvenmesi, İsrail'in de Golan tepelerinin tümünü iade edeceğini söylemesi gerekir.
Irak'ta ABD asker sayısını arttıracağını söyledi. Bunun bile ayrışan ve şiddet sarmalı içinde kana boğulan bu ülkeyi düze çıkaracağına inanmak zor. Giderek Irak'ın bütünlüğünün korunamayabileceği düşüncesi daha yaygın tartışılmaya başlıyor. El Kaide'yi iyi bilen Lübnanlı araştırmacı Bernard Haykel'e göre Hizbullah'ın başarısı Şii nefretini Irak'ta katliamlarla besleyen El Kaide'yi de kızdırıyor. Bu nedenle Cihad'ın liderliğini kaptırmamak adına Batı'ya karşı çarpıcı bir terör eylemine girişmesi ihtimali yüksek.
Tüm bunlardan ortaya kendi kafasına göre yeni bir Ortadoğu kurabilecek bir güç tablosu çıkmıyor. Bugünkü politikalarıyla ABD bunu yapamaz . Böylesine zor durumdaki bir gücün ise gereksineceği son şey Türkiye'nin istikrarsızlığa sürüklenmesidir. Türkiye'nin istikrarsızlığı ve bölünme tehdidi altına girme ihtimali son tahlilde Türkiye'de yaşayanların kendi tercih ve siyasetlerine bağlıdır.

İsrail-Lübnan Savaşı /Oytun Orhan'dan...

İsrail-Lübnan "Savaşı": Taraflar, Çıkarlar, Stratejiler
Oytun ORHAN
26 Temmuz 2006




HAMAS ve Hizbullah’ın asker kaçırma eylemlerinin ardından gündem İsrail’in “orantısız güç kullanımı” üzerine odaklanmıştır. Olayın insani boyutu ve sivil kayıplar nedeniyle İsrail’in eylemlere yanıtı çok ön plana çıkmıştır. Ancak olaylar tek taraflı değildir. Olayın diğer taraflarının da kendi gündemleri bulunmaktadır. Dolayısıyla son krize çok boyutlu bakmak gerekmektedir.

Amaç, kimin haklı ya da haksız olduğunu belirlemekten ziyade, tarafların hedeflerinin ortaya konmasıdır. Taraflardan biri kuşkusuz İsrail’dir. İkincisi ise biraz daha karmaşıktır. Bu tarafın iki üyesi ortadadır: HAMAS ve Hizbullah. Ancak bilindiği gibi bunlarla sınırlı değildir. Yazıda anlatılacağı gibi, bu örgütleri İran ve Suriye’den bağımsız olarak düşünmek imkânsızdır. Yani büyük resme bakılacak olursa, son krizi İsrail-Lübnan çatışmaları olarak değil, tüm Orta Doğu’yu kapsayan geniş çaplı bir rekabetin parçası olarak görmek mümkündür.

Yazımızda olaylara bu açıdan bakılmaya çalışılacaktır. İlk olarak, olayın bir tarafını oluşturan “İran-Suriye-Hizbullah-HAMAS ekseni” ele alınacaktır. Eksenin üyelerinin krize bakışları, gündemleri, hedefleri anlatılacaktır. İkinci bölümde İsrail aynı çerçevede değerlendirilecektir. Sonuç kısmında ise krizin ve çatışmaların nereye kadar tırmanabileceği tartışılacaktır.

1. Orta Doğu’da Saflar Belirginleşiyor: “İran-Suriye-Hizbullah-HAMAS Ekseni”

İran ve Suriye, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana stratejik ittifak ilişkisi içindedir. Bölgedeki çıkarları ortaktır. Irak’ta ABD’ye karşı işbirliği yapmaktadırlar. İsrail ortak düşmanlarıdır. İsrail’e karşı mücadele eden Hizbullah, HAMAS’a ve diğer radikal Filistinli örgütlere destek vermektedir. İki ülke de bölgede Mısır ve Suudi Arabistan gibi Sünni güçlerin etkinliklerinin artmasını istememektedir. İran Şiilik temelinde bölgesel rolünü artırma arayışında olduğu için Sünni güçlerle rekabet etmektedir. Suriye ise, Sünnilik güçlenirse kendi içinde çoğunluğu oluşturan Sünnilerin, Nusayri rejimine karşı harekete geçmesinden çekinmektedir.[i]

Ortak çıkarlar temelinde yürüyen ittifak 11 Eylül olayları sonrasında derinleşmiştir. İran açısından, Irak ve Afganistan’daki rakipleri Saddam ve Taliban rejimleri yıkılmış olsa da sınırlarına ABD askerlerinin yerleşmesi daha tehlikeli bir ortam yaratmıştır. Aynı süreç Suriye’nin yoğun uluslararası baskı altına girmesine neden olmuştur. Ortak tehdit algılamaları iki ülkeyi daha da yakınlaştırmıştır.

Eksenin diğer üyesi Hizbullah, İsrail 1982 yılında Güney Lübnan’ı işgal ettikten sonra İran tarafından kurdurulmuştur. Örgüt halen İran’dan mali ve askerî yardım almaktadır. Karar alma konseyinde iki İranlı bulunmaktadır.[ii] Bazı analizciler Hizbullah’ı Lübnanlı bir örgüt olarak bile tanımlamamaktadır. İran’ın Hizbullah’a aylık 50 milyon avro verdiği tahmin edilmektedir.[iii] Hizbullah’ın İran’la yakınlığı çıkar birlikteliğinden öte düşünseldir. Örgütün ideolojisi İran’ın teokratik sistemine dayanmaktadır. İran da örgüte desteğini gizlememekte ve “meşru direniş örgütü” olarak tanımlamaktadır. Suriye’nin bu ilişki içindeki konumu, İran ve Hizbullah arasında köprü vazifesi yürütmektir. Suriye, Tahran ve Hizbullah’ı birleştiren stratejik halkadır. İran’ın yaptığı tüm yardımlar Suriye üzerinden gerçekleşmektedir. Tahran ve Şam, Hizbullah’ın karar alma süreçlerinde etkili iki devlettir.

Benzer ilişki modelinden HAMAS için de bahsedebiliriz. HAMAS’ın siyasi büro lideri Halit Meşal Şam’da yaşamaktadır. Örgüt Şam’da faaliyetlerini sürdürmektedir. “Dış HAMAS” olarak adlandırabileceğimiz bu kesim, örgütün askerî kanadı üzerinde doğrudan etkilidir. Bunlara da mali ve askerî yardımlar yine İran ve Suriye tarafından sağlanmaktadır. İran ve Suriye, daha ılımlı diyebileceğimiz Başbakan İsmail Haniye liderliğindeki “iç HAMAS” üzerinde çok etkili olamasalar da, Meşal aracılığıyla önemli bir nüfuza sahiptirler. HAMAS’ın son asker kaçırma eylemini de askerî kanat gerçekleştirmiştir. Bu da HAMAS’ın radikal kanadının, dolayısıyla da İran ve Suriye’nin istedikleri zaman Filistin sorununu nasıl karıştırabileceklerini göstermiştir.

Tüm bu yorumlardan, iki örgütün de tamamen İran ve Suriye’nin istediği şekilde hareket ettiği sonucuna varmak yanlış olacaktır. Bu ülkeler etkili olmakla beraber örgütlerin kendi gündemleri de vardır ve birçok zaman bağımsız hareket etmektedirler. Burada anlatılmak istenen, üyeler arasındaki çıkar birlikteliği ve İran’la Suriye’nin örgütler üzerindeki etkisidir.

Eksenin üyeleri arasındaki yakın ilişki son bir yıl içinde daha da sıkılaşmıştır. Ahmedinejat’ın iktidara gelişiyle beraber yoğunlaşan temaslar kapsamında, Tahran ve Şam’da birçok üst düzey görüşme gerçekleşmiştir. Tahran’da tüm İsrail karşıtı unsurların katılımıyla bir konferans düzenlenmiştir. En önemlisi Şam’da, Suriye ile İran arasında “İsrail’e karşı ortak cephe” oluşturma amaçlı bir antlaşma imzalanmıştır. Son krizi de eksen arasında artan işbirliği çerçevesinde değerlendirebiliriz. Asker kaçırma eylemlerinin artarda gerçekleşmesi ve Hizbullah lideri Nasrallah’ın eylemi 4-5 aydır düşündüklerini söylemesi, planlı bir hareketin varlığını güçlendiren verilerdir.

2. Eksenin Lübnan Krizinden Çıkarı Ne?

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Hizbullah’ın bu kadar riskli ve geniş çaplı sonuçları olacak bir eylem öncesi İran ve Suriye’ye danışmamış olması neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle asker kaçırmaya üçlünün ortak kararı olarak da bakabiliriz. Peki bu üçlü İsrail’in böyle bir eyleme çok sert karşılık vereceğini bilmiyor muydu? Kuşkusuz biliyordu. İsrail’in şiddete şiddetle, hem de misliyle karşılık verdiği herkes tarafından bilinmektedir. Bunun bir örneğini, HAMAS’ın asker kaçırmasına karşılık İsrail’in Gazze’deki operasyonlarında görmekteyiz. O zaman şu soru akla gelmektedir; İsrail’in yanıtı biliniyordu ise, neden böyle bir “risk” alınmıştır? Akla gelen ilk yanıt bunun istendiğidir.

İran, Suriye ve Hizbullah, İsrail’i yeniden Lübnan’a çekmek istemektedir. Bu ilk bakışta biraz ters gözükebilir. Uzun yıllar boyunca İsrail’in Güney Lübnan işgaline karşı direnmiş ve 2000 yılında İsrail’in bölgeyi boşaltmasıyla “zafer” kazanmış Hizbullah, neden İsrail’i yeniden Lübnan’da istesin? 2000 yılından sonraki sürece ve Lübnan’da değişen güç dengelerine bakıldığında bu daha kolay anlaşılabilir. Bu yıldan itibaren Lübnan’da saat Suriye, Hizbullah dolayısıyla da İran aleyhine işlemektedir.

İsrail’in çekilişi Suriye’nin Lübnan’daki konumunu ve Hizbullah’ı zayıflatan bir süreç başlatmıştır. İsrail işgali, Suriye’nin askerî varlığına meşru bir zemin yaratıyordu. Aynı şekilde Hizbullah, İsrail’e direnmesi nedeniyle Lübnan’ın güvenliği için vazgeçilmezdi. Ancak, ileride daha detaylı anlatılacağı üzere Lübnan’da dengeler İsrail lehine değişmekteydi.

İsrail yeniden Lübnan’a çekilebilirse bu ikilinin varlıkları meşrulaşacak, etkinlikleri artacaktır. Hizbullah’ın asker kaçırma eylemi ve savaş ortamı İsrail’in lehine gelişen süreci tersine çevirebilecektir. Dolayısıyla Suriye ve Hizbullah’ın Lübnan’da “rahatlayacağı” söylenebilir. Kendi iç nedenleri de olmakla beraber, asker kaçırmanın arkasındaki temel hesap olarak bu gerekçe öne sürülebilir. Ama olayları tek nedenle açıklamak sınırlı bir yaklaşım olur. Bundan sonraki kısımda eksen üyelerinin krizle ilgili hedefleri kapsamlı olarak ele alınacaktır.

a. Suriye

Suriye, Orta Doğu’da nispeten güçsüz bir ülke olarak değerlendirilebilir. Diğer Orta Doğu ülkeleri gibi zengin petrol kaynaklarına sahip değildir. Güçlü bir ordusu bulunmamaktadır. Zengin olduğu da söylenemez. Ama bütün bunlara rağmen bölgenin önemli ülkelerinden biridir. Henry Kissenger’ın “Orta Doğu’da Mısırsız savaş, Suriyesiz barış olmaz” değerlendirmesine gerekçe, Suriye’nin bölge (özellikle İsrail) istikrarı üzerinde oynadığı kilit roldür. Bu rolü oynamak için sınırlı sayıda kozu bulunmaktadır. Lübnan bunların içinde en önemlisidir. Bu kozun kaybedilmesi, Suriye’nin bölgede öneminin/gücünün azalmasını ve hatta içeride rejim değişikliğini tetikleyecek gelişmelerin başlangıcı olabilir. Suriye bunun farkındadır

Saddam rejiminin yıkılması ve ABD askerlerinin Suriye sınırına yerleşmesi Esad rejiminin istikrarına önemli bir tehdit oluşturmuştur. Ülke üzerindeki baskılar zamanla yoğunlaşmıştır. Hariri suikastının ardından Lübnan’dan askerlerini çekmek zorunda kalmıştır. Bu olay Suriye’yi hem daha da zayıflatmış hem de bölgedeki stratejik seçeneklerini azaltmıştır. Suriye üzerindeki baskılar içerideki ayrışımları da hareketlendirmiştir. Reform hareketinin güçlenmesi, Abdülhalim Haddam’ın[iv] yurt dışına kaçarak rejime savaş açması, Müslüman Kardeşler’in etkinlik kazanması bunlara örnek gösterilebilir.

Bu ortam içinde Suriye, Lübnan’ı kaybetmek istememektedir. Ancak süreç o yönde ilerlemekteydi. İsrail’in 2000’de Güney Lübnan’dan çekilmesi, Suriye’nin Lübnan’da askerî varlığını sürdürebilmesi için tüm gerekçeleri ortadan kaldırmıştır. 2005’e kadar, hem içeriden hem de dışarıdan gelen baskılar nedeniyle belli aralıklarla Lübnan’daki askerlerini azaltmıştır.[v] En son Hariri suikastı sonrasında tamamını çekmek zorunda kalmıştır. Etkinliği tamamen sona ermese de, Lübnan siyasetinin belirleyicisi olma konumu giderek zayıflamaktaydı. Suikast sonrası yapılan seçimlerden Suriye karşıtı blok galip çıkmış ve parlamentoda ilk kez ağırlık kazanmıştır. Halen Suriye yanlısı olmayan bir başbakan baştadır. Suriye yanlısı Devlet Başkanı Emile Lahud üzerinde görevi bırakması için baskılar yoğunlaşmaktadır. Kısaca Suriye Lübnan’ı kaybetmektedir.

Suriye, Lübnan’da İsrail tehdidi yaratabildiği oranda güçlenecektir. Lübnan içinde yeniden bir mezhepsel gerilim, çatışma da yaratmak isteyebilir. Bu da Suriye’ye ülkede daha rahat hareket etme imkânı tanıyacaktır. Tüm bu krizlerle Suriye kendini sorunların çözümünde kilit ülke olarak göstermek istemektedir. HAMAS krizi sonrasında Halit Meşal’in Şam’da basın toplantısı düzenlemesi bunun göstergesidir. Böylece önemini artırmaya çalışmaktadır. Kriz sayesinde kendi iç çelişkilerini çözmek için de fırsat yakalamıştır. Ortak dış düşmana (İsrail) karşı içeride birliği sağlamaktadır. Reform taleplerini daha rahat bastırabilmektedir.

b. Hizbullah ve Lübnan

Hizbullah’ı, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali yaratmıştır. 2000 yılına kadar İsrail işgaline direnen örgüt, ülke güvenliği açısından hayati bir konumdaydı. Ancak İsrail’in ülkeden çekilmesiyle varlık nedenini oluşturan etkenler ortadan kalkmıştır. İsrail’e karşı başarıyla direnen “ulusal kahraman” örgütten, ülkedeki istikrarsızlık unsuruna dönüşmüştür. Silahlarını bırakması ve bir siyasal partiye dönüşmesi için üzerindeki baskılar gittikçe yoğunlaşmıştır.

Lübnan’da statükonun değişimi 2004 yılından sonra hızlanmıştır. Öncelikle Suriye’nin askerlerini çekmesi için baskılar artmış, ABD ve Fransa’nın öncülüğünde BM’in 1559 no’lu kararı çıkartılmıştır.[vi] Karar, Hizbullah’ın silahlarını bırakmasını da öngörmekteydi. Buna ek olarak, içeriden de baskılar gelmeye başlamıştır. Geçen aylarda yürütülen “Lübnan Ulusal Diyalogu” toplantılarında iki konu görüşülüyordu. 14 Mart Koalisyonu[vii], Güney Lübnan’a uluslararası güçlerin yerleştirilmesini teklif etmiştir. Hizbullah’ın silahlarını bırakması konusu da “ulusal savunma stratejisi” adı altında gündeme getirilmiştir. Teklifler Nasrallah tarafından gerçekçi olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.[viii]

Bu baskılar nedeniyle Hizbullah son zamanlarda daha çok savunma pozisyonundaydı. Bunlara ek olarak Sünni köktenciliğin özellikle kuzeyde yükselmesi ve silahlanması, El Kaide’nin Lübnan’a sızması, hükümetin Hizbul Tahrir’i yasallaştıran kanunu onaylaması da Lübnanlı Şiileri ve Hizbullah’ı kaygılandırmıştır.[ix]

Hizbullah’ın asker kaçırma eylemi bu koşullar altında gerçekleşmiştir. Öncelikle Gazze krizi Hizbullah’a eylemi için uygun ortam sunmuştur. Yeni bir cephe açarak hem İsrail’i baskı altına almış hem de HAMAS’ı rahatlatmıştır. Başlıca hedefi ülke içindeki siyasal ve askerî konumunu güçlendirmektir. Bunun yanında silah bırakması yönündeki hem uluslararası (BMGKK 1559) hem de iç (Lübnan Ulusal Diyalogu) baskıları ortadan kaldırmak istemektedir. İsrail’le savaş ortamında kimse Hizbullah’tan silah bırakmasını isteyemez. İstese de Hizbullah bu talepleri dikkate almamak için meşru bir gerekçeye sahiptir. Hizbullah ayrıca Lübnan içindeki gruplara ve dışarıya, ülkede ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Son olaylar gerçekten de hükümetin örgüt karşısındaki zayıflığını kanıtlamıştır. Hizbullah, “Lübnan’da belirleyici benim” mesajını vermektedir. Bunun yanında Hizbullah ve Nasrallah’ın hem Arap halkları hem de Lübnanlı Şiiler arasında popülaritesinin arttığı kesindir. Hele İsrail hapishanelerindeki tutukluların serbest bırakılması sağlanabilirse destek daha çok artacaktır.

Kendi adına bu amaçlarla eylemi gerçekleştirdiğini düşündüğümüz Hizbullah açısından şüphesiz bazı olumsuz sonuçlar da doğmuştur. Öncelikle Hizbullah kendi ülkesini silahlı çatışma ortamına sokmuştur. Birçok Lübnanlı Hizbullah’ı “ülkeyi karanlık bir tünele sokmakla” suçlamaktadır.[x] Ülkenin maruz kaldığı yıkımın sorumlusu olarak görülmektedir. Bunun yanında ülkeyi ekonomik olarak da zarara uğratmıştır. Hem onarım çalışmaları nedeniyle harcanacak paralar hem de yüksek gelir beklenen turizm sezonunda sektörün büyük yara alması nedeniyle, Hizbullah’ın aldığı tek taraflı kararların sonuçlarının tüm ülkeyi etkilediği düşünülmektedir.[xi]

Ayrıca ülkede zaten var olan kamplaşmayı körüklemiştir. Basit şekilde taraflar Şiiler (nüfusun yaklaşık yüzde 35’i) ve diğer gruplardır (Sünni, Şii ve Dürziler). Lübnan’da yayımlanan An Nahar gazetesinin kriz sırasında attığı başlık şöyleydi: “Ülke için mi direniş yoksa ülkeye karşı direniş mi?”. Artık Lübnan’da Hizbullah’ın ülke çıkarlarına aykırı hareket ettiğini düşünen önemli bir kesim bulunmaktadır. Lübnanlı siyaset bilimci Saad Ghorayeb Hizbullah’la ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: “Açıkçası diğer kesimlerin düşüncelerini çok fazla umursamıyorlar. Kendi toplumlarının desteklerine sahipler”.[xii] Bu da Hizbullah’ın gündeminin Lübnan’ın gündeminden farklı olduğunu göstermektedir. Hatta eylem “Hizbullah’ın Suriye karşıtı parlamentoya bir darbe girişimi” olarak bile yorumlanmıştır.[xiii] Bu kamplaşma mezhepsel gerilimleri tırmandıracaktır. Bunun yönetime yansıması beklenebilir. Bu da, Hizbullah’ın da içinde olduğu hükümette kriz yaratabilir.

c. İran

Yaratılan bu durumu İran açısından, ABD’yle süren nükleer kriz ve İsrail’le genel rekabeti çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. İran özellikle Ahmedinejat’la beraber kendi çatışmasını İslam dünyası-Batı çatışmasına dönüştürmek istemektedir. Böylece cepheyi genişletmek amacındadır. Bu yaklaşım İran’ın son krizlere yönelik açıklamalarında net olarak görülmektedir. İsrail’in Suriye’ye de saldırma olasılığı üzerine “böyle bir saldırıyı tüm İslam dünyasına yapılmış olarak kabul edeceklerini ve karşılık vereceklerini” söylemesi ve Hizbullah’ın eylemlerini “tüm İslam dünyası için gurur kaynağı” olarak takdim etmesi bu düşüncenin ürünüdür.[xiv] İran’a göre İslam cephesinin oluşturulmasında İsrail kilit rol oynayacaktır. İsrail’in tüm saldırıları Arap kamuoylarında nefreti körüklemektedir. İsrail savaşın içine çekilebilirse, İran’ın da amaçlarına hizmet edecektir.

Bunun yanında Lübnan’ın kaybedilmesi ve Hizbullah’ın zayıflaması da İran için kabul edilemez bir durumdur. Güney Lübnan, İran’ın İsrail’e karşı ön saldırı ya da savunma hattı niteliğindedir. İran doğrudan çatışmada askerî kapasite olarak İsrail’e karşı zayıf konumdadır. İsrail’e zarar verebilmek için Hizbullah büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle Suriye’yi ve Hizbullah’ı Lübnan’da güçlendirecek her türlü girişim İran’ın da çıkarınadır.

Ayrıca İran, kendisine zarar verilirse bölgede oynayabileceği kartları göstermek istiyor olabilir. Kendisine yönelik askerî operasyon düşüncesi varsa, muhtemelen bu risklerin önceden dikkate alınmasını sağlamaya çalışmaktadır. Nükleer müzakerelerde pazarlık gücünü de artırmaktadır. Son olarak İran, nükleer kriz bağlamında zaman kazanmayı ve baskıyı azaltmayı da düşünmüş olabilir. Eylem gerçekten de baskının İsrail’e yönelmesine neden olmuştur. Petersburg'da yapılan G-8 zirvesi buna açık bir örnektir. İran'ı köşeye sıkıştırmak için Rusya ve AB ile ittifak içinde olmaya çalışan ABD, İran yerine İsrail gündemli bir G-8 Zirvesi yaşamıştır. İran ve Rusya üzerinde baskı kurmaya çalışan ABD, gündemin İsrail-Filistin-Lübnan cephesine dönüşüne tanık olmuştur.[xv] Asker kaçırma olayının, Ali Laricani ve Avrupa Birliği arasındaki görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasından bir gün sonra gerçekleşmesi tesadüf olmayabilir.[xvi]

3. İsrail Ne Yapmak İstiyor?

İsrail’in yürüttüğü kapsamlı operasyonlara bakılınca hedefin sadece askerleri kurtarmak olmadığı, daha büyük bir amaca hizmet ettiği açıkça gözükmektedir. İsrail, eylemlerin arkasında İran’ın olduğunu, mesajın esas bu ülke tarafından verildiğini düşünmektedir.[xvii] Bu nedenle İsrail’in mesajları da İran’a ve Suriye’ye yöneliktir. İsrail bu ülkelere, kozlarının kendi karşısında ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Gerçekten Gazze operasyonu HAMAS’ın İsrail karşısındaki zayıflığını açıkça göstermiştir. HAMAS’lı bakanlar uykuları sırasında tutuklanarak İsrail hapishanelerine konulmuştur. Ancak Hizbullah için aynı değerlendirmeyi yapmak mümkün değildir.

Suriye, Lübnan’dan askerlerini çekmiş olsa da, ülke halen Suriye istihbaratının etkisindedir. Hizbullah silahlarını bırakmamıştır ve çok güçlüdür. Parlamentoyu kaybetse de, Hizbullah hâlâ siyasal süreci tıkayacak potansiyele sahiptir.[xviii] Guardian gazetesinden Tariq Ali’nin ifadesiyle “İsrail ve ABD, Lübnan’da kaleyi ele geçirememiştir”.[xix] Hizbullah’ın asker kaçırması, İsrail’e kendi gündemini uygulamak için fırsat yaratmıştır. İsrail “Lübnan’da kaleyi ele geçirmeye” çalışmaktadır.

İsrail’in Lübnan’a yönelik gündeminin iki önemli maddesi vardır: Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve Güney Lübnan’a (İsrail sınırı) Lübnan Ulusal Ordusunun yerleştirilmesi. İsrail şu aşamada Hizbullah’ı yok edemeyeceğini, ya da örgütün silah bırakmasını sağlayamayacağını bilmektedir. Ancak bunun altyapısını hazırlamak için fırsat yakaladığını düşünmektedir.

Bunun için İsrail, Hizbullah’ın altyapısını çökerterek ve elemanlarını öldürerek örgütü zayıflatmaya çalışmaktadır. İsrail, Hizbullah’ın silah bırakmasını sağlayamasa da, BMGK’nin 1559 no’lu kararına direnme kapasitesini azaltmak istemektedir. Lübnan Hükümeti dış yardım olmaksızın Hizbullah’ı sınırlandıracak ve silahsızlandıracak güce sahip değildir. Hizbullah’ın gücü zayıflatılarak içeriden daha rahat baskı altına alınması sağlanabilir. Yani bir anlamda İsrail, Lübnan Hükümetinin işini kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Daha önce belirlediği tehdit oluşturan stratejik mevkileri bombalama fırsatını kullanacaktır. Eğer başarabilirse pazarlıkta kullanmak için üst düzey Hizbullah üyelerini kaçırmayı düşünebilir.[xx] Daha sonraki aşamada, askerden arındırılmış bir güvenlik bölgesi yaratmak isteyebilir.

İsrail Lübnan’ı bir bütün olarak sorumlu tutmaktadır. Halka ve hükümete, Hizbullah yüzünden bu olaylara maruz kaldıklarını göstermeye çalışmaktadır. Böylece Hizbullah’ı içeriden de baskı altına almak için uğraşmaktadır. Stratejinin bu aşamada başarılı olduğu söylenebilir. Halk içinde Hizbullah’a karşı bir kızgınlık oluşmuştur. Halk “Hizbullah’ın tek taraflı kararlarının bedelini ödediklerini” düşünmeye başlamıştır.[xxi] “İsrail işgali sırasında Hizbullah ulusal kahraman olarak görülüyordu ve herkes destekliyordu. Ancak şu an İsrail işgali yok ve bu nedenle savaşın sorumlusu Hizbullah ve kurbanın da kendileri” olduğunu düşünmektedirler.[xxii]

Nasrallah kriz sırasında yaptığı bir açıklamada “Yıkılanlar sadece bizim evlerimiz, ölenler sadece bizim çocuklarımız olmayacak” diyerek yeni bir stratejinin işaretlerini vermiştir. Açıklamadan hemen sonra Hayfa saldırısı gerçekleşmiştir. Böylece çatışma ilk kez İsrail’in içine taşınmıştır. Bu da İsrail’in, “düşmanları onların topraklarında yenme” olarak özetlenebilecek askerî doktrinini alt üst etmiştir.[xxiii] Hayfa saldırısı ve Tel Aviv’in hedef olduğu yönündeki tehditler, İsrail’in yeni bir savunma stratejisi geliştirmesine neden olabilir. Hizbullah’ın sınırdaki roket sistemlerini yok edecek ve bir daha yapımını engelleyecek tedbirler alabilir.[xxiv] Hava savunma sistemleri üzerine yoğunlaşabilir. Lübnanlı siyaset bilimci Saad Ghorayeb’e göre, “İsrail içindeki saldırılar bu ülkenin yenilmezlik mitinin yıkılmasına neden olabilir. Gücün, askerî kapasiteyle aynı olmadığını gösterecek ve İsrail’in caydırıcılık gücünü azaltacaktır”.[xxv] Bu nedenlerden ötürü İsrail’in çok sert yanıt vermesi kaçınılmazdır.

İsrail, aynı zamanda bir güç gösterisine de girmiştir. Burada hem İran’a ve Suriye’ye hem de kendi kamuoyuna yönelik mesajlar vermektedir. Öncelikle Gazze ve Güney Lübnan’dan çekilmesinin HAMAS ya da Hizbullah’ın direnişi nedeniyle gerçekleşmediğini göstermektedir. Geri çekilmeler sırasında hem HAMAS hem de Hizbullah zafer kazandıklarını savunmuştu. Ancak İsrail şunu gösteriyor ki, eğer bu bölgelerde güvenliğine tehdit oluşturacak herhangi bir gelişme olursa, buralara yeniden girerek güvenliğini sağlayacaktır. Buraların halen kendi kontrolünde olduğunu göstermektedir. Böylece çekilmeler konusunda tereddüdü olan iç kamuoyunu da rahatlatmaktadır. Batı Şeria’dan da tek taraflı geri çekilme planını uygulamak isteyen hükümet, “buradan çekilsek de kontrol yine bizde olacak” mesajı vermektedir. Bunun yanı sıra, Başbakan Olmert ve İşçi Partisi Lideri ve Savunma Bakanı Amir Peretz’in kriz anlarında gerekli sert tedbirleri alıp alamayacakları konusunda şüpheler bulunmaktaydı. Zayıf olarak düşünülen hükümet ters psikolojiyle sert tedbirler alıyor olabilir. Son kamuoyu yoklamaları halkın hükümete olan güveninin arttığını göstermektedir.

Olaylar Nereye Kadar?

Büyük resme bakınca şu açıkça gözükmektedir ki, savaş İsrail-Lübnan boyutundan daha geniştir. Konunun ABD boyutu da olmakla beraber esas mücadele İsrail-İran arasındadır. İki ülke de doğrudan bir çatışmaya girmek istememektedir. Bu nedenle çatışmalar büyük ihtimalle Lübnan’la sınırlı kalacaktır. Tarih boyunca olduğu gibi bölgesel rekabetlerin bedelini yine bu ülke ödeyecek gibi gözükmektedir.

İsrail Lübnan’da halen kendi lehine işleyen süreci tersine çevirmek istemeyecektir. Bu bütün kazanımlarının kaybedilmesi anlamına gelir. Zaten İsrail’in çatışmaları bölgesel bir savaşa dönüştürmemesi ve Lübnan’a tekrar girmemesi yönündeki düşünceler İsrail basınında da savunulmaktadır.[xxvi] Bu nedenle amacına ulaşmak için hava ve denizden saldırıları tercih edecektir. Kara operasyonları özel durumlarda gündeme gelebilir.[xxvii] Olayların daha da büyümesi İran ve Suriye’nin işine gelecektir. Bu yüzden işgal ya da olayların başka ülkelere sıçraması ihtimali son derece zayıftır. İsrail işgal peşinde olmasa da askerden arındırılmış bir tampon bölge yaratmak isteyebilir. Böylece daha sonra Lübnan ordusunun gelip kontrol altına alabileceği bir alanı onlar adına hazırlamak isteyebilir.[xxviii] İsrail şimdiye kadar kaçırılan askerlerini hiçbir zaman bırakmamıştır.[xxix] Bu olaylarda da askerlerini geri almak için sonuna kadar çabalaması beklenir. Bu nedenle de, amaçlarına ulaştıktan sonra tansiyonu düşürüp, belli kanallar aracılığıyla Hizbullah’la müzakereye oturabilir ve esir değişimi gündeme gelebilir.

Tüm aktörlerin konuya bakışları düşünüldüğünde, krizin Lübnan’la sınırlı kalması büyük olasılıktır. İsrail eline geçirdiği fırsatı değerlendirecek ve Hizbullah’ı zayıflatmaya ve baskı altına almaya yönelik saldırılarına devam edecektir. Suriye, İran ve Hizbullah ise çatışmayı İsrail’in içine daha fazla taşımayacaktır. Çünkü burada amaç neler yapabileceklerini göstermek ve korkutmaktır. Şu aşamada Tel Aviv gibi kentlerin vurulması pek mümkün gözükmemektedir. Bu İsrail ile İran arasında doğrudan bir çatışmayı bile gündeme getirebilir. ABD, İsrail’e hedeflerini gerçekleştirebilmesi için belli bir süre göz yumduktan sonra krizin sona ermesi için çaba sarf edecektir. Son olarak ileriki aşamada, mevcut hükümetin Hizbullah karşısındaki zayıflığı nedeniyle, Güney Lübnan’a uluslararası bir gücün yerleştirilmesinin gündeme geleceği düşünülebilir.



[i] Dario Cristiani, “The Role of Iran and Syria in the Israel-Lebanon Crisis”, PINR Report, 22 Temmuz 2006.

[ii] Christopher Dickey, Kevin Peraino, Babak Dehghanpisheh, “The Hand That Feeds the Fire”, Newsweek, 24 Temmuz 2006.

[iii] Dieter Bednarz, Annette Grossbongardt, Christoph Schult, Volkhard Windfuhr, “Israel’s Costs and Rewards”, Der Spiegel, 17 Temmuz 2006.

[iv] Geçen yıla kadar rejimin kilit isimlerinden olan Haddam Hafız Esad’a da en yakın isimlerden biriydi.

[v] Oytun Orhan, “Suriye’nin Lübnan’daki Varlığı Sona mı Eriyor?”, Stratejik Analiz, Ekim 2004.

[vi] Kararda “Lübnan’da adil ve bağımsız seçimler ve Suriye’nin Lübnan’dan askerlerini çekmesi istenmektedir. Ek olarak tüm Lübnanlı milislerin (Hizbullah kast ediliyor) silahlarını bırakması ve Lübnan ordusunun İsrail sınırı boyunca yerleşmesi” de öngörülmektedir.

[vii] Hariri suikastı sonrasında Suriye’nin çekilmesini isteyen grup ve partilerden oluşmaktadır.

[viii] Nicholas Blanford, David Schenker; “Hizballah: Learning to Live with Resolution 1559”, The Washington Institute, PolicyWatch, No. 1119, 6 Temmuz 2006.

[ix] Nicholas Blanford, David Schenker.

[x] Michael Young, “Israel's Invasion, Syria's War”, The New York Times, 14 Temmuz 2006.

[xi] Michael Young.

[xii] Nicholas Blanford, “Hizbullah Aims to Shift Power Balance”, The Christian Science Monitor, 17 Temmuz 2006.

[xiii] Michael Young.

[xiv] Bill Samii, “Iran: Tehran Playing Key Role In Israel-Lebanon Crisis”, Radio Free Europe/Radio Liberty, 17 Temmuz 2006.

[xv] Ömer Taşpınar, Radikal, 17 Temmuz 2006.

[xvi] Con Coughlin, “Israeli Crisis is a Smoke Screen for Iran's Nuclear Ambitions”, Daily Telegraph, 22 Temmuz 2006.

[xvii] Steven Erlanger, “Sign That Crisis Is Regional, Not Just Israel vs. Palestinians”, The New York Times, 13 Temmuz 2006.

[xviii] Hariri suikastı için uluslararası mahkeme kurulması konusunda çıkan bir krizden dolayı Hizbullah’ın bakanları görevlerinden çekilmişti. Kriz, Başbakan Fuat Sinyora’nın geri adım atması soncunda önlenebilmişti.

[xix] Tariq Ali, “A Protracted Colonial War”, Guardian, 20 Temmuz 2006.

[xx] Michael Eisenstadt, “Hizballah Opens a Second Front”, The Washington Institute, PolicyWatch, No. 1122, 13 Temmuz 2006.

[xxi] Eyal Niv, “Coffee with the Lebanese”, Haaretz, 21 Temmuz 2006.

[xxii] Eyal Niv.

[xxiii] Nicholas Blandford.

[xxiv] Ze'ev Schiff, “No to the Previous Status quo”, Haaretz, 16 Temmuz 2006.

[xxv] Nicholas Blandford.

[xxvi] Haaretz Editorial, “No to Lebanon War II”.

[xxvii] Claude Salhani, “Analysis: What Israel Hopes to Accomplish”, United Press International, 17 Temmuz 2006.

[xxviii] Claude Salhani.

[xxix] Michael Eisenstadt.

Merhaba...


Uzun süredir yazamadığım için herkesten özür dilerim;yoğun seyahat programlarım var ve

gerçekten boş vaktimin nerede, nasıl denk geleceğini ben bile bilmiyorum:)Ama arkadaşlar

bu dönemde gerçekten kendi kariyerimle ilgili büyük atılımlar yaptım.

Yine de elimden geldiğince sizinle bazı konuları paylaşmaya; yazı dizilerime devam etmeye

çalışacağım, yer yer ingilizce,almanca,ispanyolca yazılarımda olacak.

Edebi,politik,diplomatik,kültürel,tarihsel,felsefi,yaşamsal konuları sizlerle beraber eskiden olduğu

gibi Navid ben sizlerle paylaşacağız.Şöyle bir şansımız var ki her ikimizde blogu gerçekten çok

seviyoruz.Ve Bizim "Spoken Corner "ımızda sizlerle özgürce konuşup değerlendirmelerinizi

almak istiyoruz.

Ben özellikle son dönemde Hizbullahın saldırısı ile başlayan İsrail-Lübnan savaşına değinmek

istiyorum.Terörü ne denli kınıyor ve insanlığa dair suç sayıyorsak,terör bahanesiyle sivil

halka zarar vermekte bir o kadar büyük bir suçtur.Çağımızda artık sorunları diplomatik

masalarda müzakerelerle çözme taraftarıyım ben.Ve öyle olmalı .Bu sebeple "Savaşa Hayır"

diyoruz.

Sevgiler ...

GİDERİM...

Artık seninle duramam
Bu akşam çıkar giderim
Hesabım kalsın mahşere
Elimi yıkar giderim

Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarımın üzerinden
Su gibi akar giderim

Artık sürersin bir sefa
Ne cismim kaldı ne cefa
Şikayet etmem bu defa
Dişimi sıkar giderim

Bozar mı sandın acılar
Belaya atlar giderim
Kurşun gibi mavzer gibi
Dağ gibi patlar giderim

Kaybetsem bile herşeyi
Bu aşkı yırtar giderim
Sinsice olmaz gidişim
Kapıyı çarpar giderim

Sana yazdığım şarkıyı
Sazımdan söker giderim
Ben ağlayamam bilirsin
Yüzümü döker giderim

Köpeklerimden kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim

Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem üzülme
Kafama sıkar giderim

***Duyduğum en gururlu şarkı gerçekten bu:)


HANGİ ÜLKENİN VATANDASI OLMAK İSTERSİNİZ ????





FRANSIZ OLMANIN FAYDALARI



Geceyarısı TRT2 de yayınlanan filmleri seyrederken altyazıları okumanız gerekmez.

Kendi nükleer silahlarınızı başka ülkelerde denersiniz.

Salyangoz ve kurbağa yiyebilirsiniz.

Kadınlar konuşmanıza bayılır

Çirkin olsanız da sinema yıldızı olabilirsiniz.





AMERİKALI OLMANIN FAYDALARI



Seçmeseniz de bir kadın başkan ülkeyi yönetir.

Yeteri kadar paranız varsa istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz.
Dünyanın en garip kıyafetlerini giyseniz bile kimse kafasını çevirip size bakmaz.

Tanımadıgınız herkese "merhaba" diyebilirsiniz.

Dünyanın en gelişmiş milletine mensup olduğunuzu düşünürsünüz.




İNGİLİZ OLMANIN FAYDALARI



Sıcak bira

Wimbledon

Geçmişte yasayarak hala imparatorluk olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Haftada bir kere banyo yaparsınız.

Madde dörde göre iç çamaşırı değiştirirsiniz.





İTALYAN OLMANIN FAYDALARI



Kürk giydiğiniz için utanmazsınız.

Makarna sıkıntısı çekmezsiniz.

İşe istediğiniz saatte gidersiniz

İşten istediğiniz saatte gelirsiniz.

Ülke Sicilya�dan yönetilir.





İSPANYOL OLMANIN FAYDALARI



Amerikayı kılıçtan geçirmekle övünürsünüz.

Sahilleriniz Almanlar ve İngilizler tarafından işgal edilmiştir.
Gerisini zaten Araplar işgal etmişlerdir.

Sokakta boğalar koşar.

Kadınları etkilemek için dar pantolon giymek zorundasınız.





HİNTLİ OLMANIN FAYDALARI



Harika bir İngilizce

Sabahtan aksama meditasyon.

Evde dolaşan maymunlar.

Bilgisayar uzmanı komşu

Kamasutra





ALMAN OLMANIN FAYDALARI



Her işinizi Türklere yaptırırsınız.

Türklere "merak etmeyin sizi Avrupa�ya alacağız "dersiniz.
Sıkılınca Türklerin evlerini yakarsınız.

Tarihinizden bahsetmezsiniz.

Çok sıkışınca "SUÇLUYUM" dersiniz.





KANADALI OLMANIN FAYDALARI:



Yılın 12 ayı bahçede buz hokeyi oynamak.

Başbakan gençliğinde esrar çektiğini söyleyince oyu artar.

Fransızca konuşanlar İngilizce de konuşur.

Amerika fazla uzak değildir.

Kendinizi uyuyan dev olarak nitelendirirsiniz.





AVUSTURALYALI OLMANIN FAYDALARI



Büyük dedenizin dünyanın hiç bir ülkesinin kabul etmediği eli kanlı bir cani olduğunu bilirsiniz.

Soğuk bira içersiniz.

Plajda soğuk bira içersiniz.

Evde soğuk bira içersiniz.

Timsahları seyrederken soğuk bira içersiniz.





TÜRK OLMANIN FAYDALARI



İçten
ve dıştan bütün saldırılara, enflasyona trafik canavarına, komşularına, Avrupa'ya ve bütün dünyaya rağmen asırlardır ayakta kalarak doğal
seleksiyonun yarattığı en güçlü millete ait olmanın tadını
çıkartırsınız.

Bütün dünyanın kaos olarak tanımladığı durumlarda kendinizi evinizde hisseder, huzur içinde yaşarsınız.

Dünyanın
en güzel plajlarında, dünyanın en güzel manzaralarına karşı denize girer, bununla da kalmaz denizde, kuyuda soğutulmuş karpuz yersiniz. Hatta akşama rakı, yanında meze istersiniz.

Radyo dinlerken
duyduğunuz bir parçayla kaderinize küser ağlamaklı olur, ondan sonraki parçayı duyar kalkar fıkır fıkır oynarsınız.

Her sabah vatanı kurtarmak üzere yeni bir senaryo ile uyanır, bugünün işini yarına bırakarak yatarsınız




THY'den fikra gibi öyküler






> UZUN Kurban Bayrami tatilinde yerli turistlerin gözdesi olan Bodrum'da

> uçaklara olan yogun talep THY görevlilerini fikra gibi
rezervasyon

> talepleriyle karsi karsiya birakti. Türk Hava Yollari'nin
Bodrum'daki

> Oasis Alis Veris ve Kültür Merkezi'ndeki bürosu ile Milas- Bodrum
> Havalimani'ndaki danisma bürosunu arayan yolcular ile personel arasinda

> birbirinden ilginç görüsmeler yapildi. Görevliler birbirinden garip

> telefonlara yanit vermek zorunda kaldi.

> Bilgisayarli sistemle kayda geçen görüsmelerde, yolculardan 'talk show'

> ustalarina tas çikartan espriler çikti. THY görevlilerini arayan bazi

> yolcular ''Beyefendi ben yarinki Berlin yolcunuzun uçagiyim'', ''Iyi

> aksamlar, Ingiltere'nin saat birimi kaç acaba'' gibi ifadeler kullandi.

> Bazi yolcularla THY görevlileri rasinda su diyaloglar geçti:
> *

> Yolcu: Diyarbakir kaç para?

> THY: 58 milyon 500 bin, indirim belgeniz varsa 32 milyon.
> Yolcu: Indirim belgesi kaç para?

> *

> Yolcu: Trabzon'dan Istanbul'a kaç saat acaba?

> THY: Beklemeye alan görevli 'Bir saniye efendim...'

> Yolcu: Sagolun iyi aksamlar.

> *

> Yolcu: Kars'a yer var mi?

> THY: Maalesef yok efendim.

> Yolcu: Arada bir yerde falan yok mu, askeriz de.

> *

> THY: Indirim belgeniz var mi?

> Yolcu: Var komutanim

> *

> Diyarbakir'dan arayan yolcu: Iyi günler abi, ben Istanbul'a uçacagim da,

> pasaport lazim miydi.

> *

> Iyi aksamlar yavrum, Kars Kara Kuvvetler Komutanligi'nin telefonunu verir

> misin sana zahmet?

> *

> THY: Yolcunun adi lütfen.

> Yolcu: Duygu. Ama yolcu benim ve erkegim.

> *

> THY: Uçak aksam beste efendim.

> Yolcu: Doksan beste mi, çok geç yahu.

> *

> Yolcu: Iyi aksamlar, Lufthansa'nin uçagi indi mi?

> THY: Onlarin uçagini biz göremiyoruz

> Yolcu: Nasil göremezsiniz, orasi THY degil mi?

> *

> Yolcu: Iyi aksamlar, Agri'ya yer var mi?

> THY: Yer yok, dolu efendim.

> Yolcu: Acil gitmem lazim, firardayim da.

> *

> Kuskucu bir bayan: Afedersiniz esim Londra'ya uçuyor, yanindaki
> arkadasinin adi dilimin ucunda ama hatirlayamiyorum, siz bir bakip söyler

> misiniz bilgisayardan.

> THY: Yolcu hakkinda bilgi veremeyiz efendim.

> Bayan: Sey, bari yanindakinin bay mi bayan mi oldugunu söyleseniz, benim

> için çok önemli.

> Terminalde yolcuyu uçaga götüren otobüsü gören Trabzon yolcusu, 'Ben uçak

> parasi verdim, otobüsle gitmem.'

>

UÇUŞ ANILARI...



Viski ?



New York - İstanbul uçuşunda yolcuya yapılan
servis
esnasında dolaşırken iki Türk yolcumuzun
konuşmalarına
şahit oldum. Yolcumuz arkadaşına Türkiye'yi çok
özlediğini,
iner inmez boğaza gidip balık ile rakı içeceğini
söylüyordu.
O esnada beni görünce İngilizce olarak "WHISKY ON THE ROCKS" istedi. Ben "Şu anda Türk Hava Yolları uçağındasınız ve Türk kabin
memurları servis
yapıyor, Türkçe isteyebilirsiniz
"
dediğimde,
yolcumuz pardon alışkanlıktan olsa gerek "BİR WHISKY, KAYALARIN ÜZERİNDE OLSUN"
dedi....


Zararsız
SMS !



Antalya - İstanbul seferinde bütün yolcular
uçağa bindikten
sonra kabinde cep telefonu mesaj sinyal sesi
duydum
ve derhal yolcunun yanına giderek uçuş emniyeti
açısından
telefonu kapatması gerektiğini söyledim.
Yolcumuz gayet
sakin "Ben telefon ile görüşmüyorum, mesaj
geldi
sadece onu okuyorum
." dedi. Bunun üzerine
diğer
yolcularımızın da müdahalesi ile telefonu
kapattırdık...



Zorlu Tarih...


Bir İstanbul - Trabzon uçuşunda, uçağa yeni
ameliyat
olmuş bir yolcumuz refakatçisiyle bindi. Yanına
gidip
"Geçmiş olsun" dedikten sonra, doktor tarafından verilen "Uçabilir Raporu" nu istedim. Raporu aldıktan sonra kaptanımıza göstermek
üzere kokpite
gittim. Birlikte raporu incelerken üzerindeki
tarihin
okunaklı olmadığını gördük. Ben tekrar
yolcularımızın
yanına giderek, "Raporu ne zaman aldığınızı öğrenebilir miyim?" diye sordum.
"Hastaneden
çıkmadan bir gün önce
." cevabını aldım.
"Hastaneden
ne zaman çıktınız
?" diye sorduğumda,
aldığım
cevap "Ameliyat olduktan üç gün sonra." oldu. Gülümseyerek öğrenmek istediğim bilginin
tarih
- gün ve ay olduğunu ifade ettikten sonra,
nihayet raporu
aldıkları tarihi söylediler.

Cuma, Temmuz 28, 2006

Bu Nasıl Bir Şarkı Sözü

Dilerim tanridan, gülmesin yüzün
Gönlüne eş olsun, dert ile hüzün
Huzura ermesin, benliğin özün
Benden başkasini, seversen eger

Özleyen arayan, soran olmasin
Acilar bitmesin, çilen dolmasin
Gönül yaralarin, deva bulmasin
Benden başkasini seversen eger

Sevgiden şevkatten, mahrum kalasin
Eşinden dostundan, hep ah alasin
Cennetten kovulan, tek kul olasin
Benden başkasini, seversen eger

Özleyen arayan, soran olmasin
Acilar bitmesin, çilen dolmasin
Gönül yaralarin, deva bulmasin
Benden başkasini seversen eger

Perşembe, Temmuz 27, 2006

SENDEN BİR SEVGİ ALACAĞIM VAR!

Yaşanmamış sevdalarım var.
Yarım kalmış sevgilerim…
Kederlerim, hüzünlerim var.
Göz pınarlarında henüz akmamış
Göz yaşlarım var.
Özlediğim anılarım,
Sensiz yaşanan yıllarım var…
Adını koyamadığım duygularım,
Birde;
Bakamadığım fotoğrafın var.

Yaşanmamış mevsimler yaşadı gönlüm,
Kalbim çöl rüzgarlarında kavrulurken,
Gözlerimde yaşları dondurdum ben.

Bir kelebek kanadında yaşadım sevgimi,
Ya sevmesini bilemedim,
Ya sevene çok değer verdim.
En iyi ağlayan, en çok sevenmiş derler SEVDİĞİM,
Yazık!
Ağlayanın ben olduğunu öğrendim.

Sen gönlümde misafirdin.
Zamanı geldiğinde gideceğin,
Ben hancıydım sevgilim,
Sevgimi kalbime sürgülediğim.
Sen adını hüzün koyduğum,
Her gece gönlümde uyuduğum,
Sen gözlerimde hasretim,
Dilimde adını tükettiğim,

SENDEN BİR SEVGİ ALACAĞIM VAR!

Salı, Temmuz 25, 2006

Vatan Haini !!!

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Nazım Hikmet Ran

Yaşıyorum demek!

Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden
Bu sabah kapımı çaldım
Kapıyı açan kendim
Bir süre kendime baktım
Bu güleç yüz bendim
Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yaşıyorum demek!

Aziz Nesin