Cumartesi, Ağustos 05, 2006





KİMSENİN BİLMEDİĞİ
Kimsenin bilmediği,
henüz demediğim
bir söz var.
İki sözcük
bir destan...

Kimsenin bilmediği,
henüz yaşanmamış
bir hayat var.
Sevdiğim mavi
bir deniz...

Kimsenin bilmediği
henüz anlatmadığım
bir düş var.
El değmemiş
bir ülke...
Hasan KAYA


ADI YOK
Adı yok, bu devinen duyguların.
Tarifi yok.
Ben seni, çeyizlik bir mendildeki oya gibi
yüreğime işledim
Ben sana, sende kendimi aklamaya,
yüreğimi vurmaya geldim

İçimde yankılanan sesin
Bildik, sözleri unutulmuş eski bir aşk şarkısı.
Çocukluk, günlerimden kalma bir okul şarkısı
Gençliğimin deli günlerinin kavga türküsü.

Adı yok, bu devinen duyguların...
Tarifi yok.
Ben sana, sende ölmeye geldim
Hasan KAYA



HİSAR DUVARI
Sen susuyorsun ya böyle
Sabahın kırçıl ayazında
Kuşların ansızın sebepsiz susması gibi
Tenha bir taşra kasabası sessizliği düşüyor yüreğime
Ve birbiri ardına hüzünlü dizeler demleniyor içimde
Bir hisarın onarılmış taş duvarı yıkılıyor üstüme
Artık her şey için çok geç, geriye dönüş yok
Sen küstün diye
Bütün şehir arkasını döner bana

Sen gidiyorsun ya böyle
Akşamın yorgun aydınlığında
Kuşların sebepsiz başka iklimlere uçması gibi
Yakılmış bir şehir söndürüp sokak lambalarını ağlıyor
Ve birbiri ardına kederli ayrılıklar demleniyor içimde
Gecenin dar yırtmacından
Ay sızıyor odama karanlığımı yırtarak
Tenhalarımda bir şiir ağlıyor
Ve gözyaşı olup akıyor içime
Kar suyu gibi sızlayarak
Hasan KAYA

SONSUZ AŞK


Dalga ile kıyının aşkını bilir misin?
Öncesinden başlayıp, sonsuza giden dalga,
Hep aşka kavuşma özlemiyle atılır kıyıya.
Dalga, seven - kıyı, sevilendir.
Dokunur parmaklarının ucuyla sevdiğine dalga
Ve döner hep geriye
Bilir kavuşamayacağını ama hep koşar kıyıya
Her bir dokunuşunda aşkına verir bedenini hesapsızca
İşte, ben de seni böyle severim yar.

Yar, bilir misin dağ başında açan uçurum çiçeklerini?
Bilirler görünmeyeceklerini...
Sevilmeyeceklerini...
Koklanmayacaklarını...
Okşanmayacaklarını...
Ama inatla açarlar aşkla, sevgiyle, özlemle.
Hep beklerler gelmeyecek sevgilinin onu kucaklamasını
İşte, ben de seni böyle beklerim yar.

Yar, ipek böceğini bilir misin?
Onun kozasının içinde ördüğü o ipliğe olan aşkını
Bilir o, ördüğü ipliğin kendisinin ölümü olacağını
Ama aşkına feda eder kendini.
Öyle verir kendini yarenine korkusuzca
İşte, ben de kendimi böyle veririm sana yar.

Yar, ağaç ile meyvesinin aşkını bilir misin ?
Meyvesini vermelidir ağaç yeniden doğmak için
Öyle zorludur ki ayrılmaları
Verir meyvesini ağaç
meyve tohum olur, tohum kök olur
Ve yeniden doğar ağaç kendi meyvesinden
İşte bende böyle yar;
Yok olmayı göze aldım, tekrar sende doğmak için.
Gassan SATAR

Kendime Bir Mektup Yazdım


Kendime bir mektup yazdım
Bu gece bir de telefon
Yine meşguldüm kendimce
Lafı lafını duymaz
Aklı kalbine sığmaz
Sağım solum şakulüm
Denge bilmez her yerim
Kazandım mı kaybettim mi diye
Kendime bir mektup yazdım
Bu gece
Bir de telefon
Dur duracak yerim yok
Kalmadı tahammülüm
Hırsız oldum kendime
Oysa neler vermiştim
Ben nereye gidersem
Sen başına dönersin
Adresi doğru ama
Kolun çıkmaz sokakta
Kazandım mı kaybettim mi diye
Kendime bir mektup yazdım
Bu gece
Bir de telefon
Yine meşguldüm kendimce
Fikret KIZILOK

GÖZLERİ
Sanki hiçbir şey uyaramaz.
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri

Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı koymaktır günümüzde aşk.
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
Edip CANSEVER



SENİ GÜNLERE BÖLDÜM
Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşında.

Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.

Bütün günler yenileşir her bekleyişte
Ve bütün dünler, bütün geçmişler
Kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.

Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
Sonra bütün bulutlar hep birden geçti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime.
Edip CANSEVER



İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ
İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından

Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne
Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine

Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren

Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.

Edip CANSEVER

HAYAT


Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Obur yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uca uca bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karsı evin sundurmasına
İste o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege Denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bir de dibe dalayım diyorsun
İçine çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ye
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar sair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ta Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her isin basında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bir de basını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım.
Can YÜCEL

BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM


Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla - ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep , hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu ,
Kırkı geçerse ateş , çağırırlar İstanbul'a
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu ,
Ohh dedim , göğsüne gömdüm burnumu ,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin ,
Daha başka tür aşklar , geniş sevdalar için
Açıldı nefesim , fikrim , canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim ...
Can YÜCEL
( 1926 - 1999

SU GİBİ


Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...
Can YÜCEL

BAĞIŞLA
Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya her şey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Seviye on kala ölüme beş
Aziz NESİN




ÇAKIL
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU




SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen,tutuk,saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmak için her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı ...
Behçet NECATİGİL
ACININ DUVARI AŞILINCA


Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum
Aşmışım sınırını mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum
Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum.
Aziz NESİN



SOL EL KONÇERTOSU

Demek yazamadan
Demek okuyamadan
Demek konuşamadan
Hem de ölmeden yaşanabilirmiş
Ama sevmeden yaşanamıyor Üçgülüm

Bir ölüyle bir canlı
Bir bedeni bölüştük
Sağ yanım ölmüş
Sol yanım capcanlı

Demek yazamadan
Demek okuyamadan
Demek konuşamadan
Ama düşünebildiğim için seni yaşıyorum
Yaşayabildiğim için sevmiyorum
Sevdiğim için yaşıyorum

Bir kolum bir elim bir bacağım ve dilim tutmuyor
Öyle bir sevgi var ki içimde
O beni hâlâ diri tutuyor
Yazamasam da okuyamasam da konuşamasam da
Seviyorum seni Üçgülüm
Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum
Aziz NESİN



BEKLEMEK

Gözler önünde işte
Gittikçe arınıyorum kendimden
Her giden güzelleşir
Gidiyorum güzelleşmek için
Unutulsun diye çirkinliklerim
Gelecek birisi güzeldir
Gelince güzel değil
Hele gelmişse çirkin
Yaşam, ölüm gelecek diye güzel
Ey güzeller güzeli beklediğim
Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne de gitmek
Yaşamın en zor yani beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
ÖLMEK
Aziz NESİN

SEVDAN BENİ
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni...
Ahmed ARİF
************************************************************************************

SEVGİ DURAĞI
Sözverdiğimiz yerde buluştuk
Sözverdiğimiz zamanda değil.
Ben yirmi yıl erken gelip bekledim
Sen geldin yirmi yıl geç
Ben seni beklemekten yaşlıyım
Sense beklettiğin için genç
Aziz NESİN

*******************************************************************************

KİMİN VAR Kİ
Evinden kitaplarından uzakta mısın
Arada bir telefon et kendine
Kendine mektuplar yaz yanıt beklemeden
Kartlar gönder kendine her gittiğin uzaklardan
Sevgilim diye başlayıp öperim diye biten
Senin senden başka kimin var ki arasın

İnince trenden yada uçaktan yalnızlığın
Sevinçle karşıla yalnızlığını garlarda havaalanlarında
Ayrılışlarda da sarılıp öpüş yalnızlığınla
Uğurla kendi kendini dönüşsüz yolculuklara
Bekle kendini uzak yolculuklardan dönersin diye
Senin senden başka kimin var ki beklesin

İçki masasında bir başına mısın
Kendinleysen yetmelisin kendine
Çoğaltıp yalnızlığını konuş bir çok kendinle
Kaldır içki bardağını kendi şerefine
Ağlaşarak gülüşerek tartışarak kendinle
Senin senden başka kimin var ki bulasın

Düşmanların saldırılarından yuvarlandıkça yerlere
Tutup kendi saçlarından kaldır kendini
Seni sana bildirecek kimsen yok başka kendinden
Ölünce senin bile haberin olmayacak öldüğünden
Haber ver kendine ki öldüğünü bilesin
Kimin var ki senin sana öldüğünü söylesin

Kendi kendinin hem konuğu hem ev sahibisin
Zamanın varken ağırla kendini sarılıp öperek
Biliyorsun nasıl olsa yakın o gelecek
Kimileri "yaa öyle mii ne zaman vah vah" diyecek
Daha şimdiden sev kendini sev kendini sev
Kimin var ki seni senden başka sevecek
Aziz NESİN

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM


Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmed ARİF

BİR MARTI MASALI


Bir sırrım vardı benim,
Kimselere diyemediğim
Bir martı yaşardı kaçak..
En kuytusunda yüreğimin...
İzin almamıştı benden orada yerleşmek için
Vurdum kilidi üstüne,
Ne su verdim,ne besledim,ölsün diye bekledim!
Gün oldu,
Çok ağladı..
Özgürlüğe yalvardı
Biraz tuhaftı
Git dedim,
Kaldı..
Tek isteği sana doğru uçmaktı
Olmazdı..olmamalıydı
Vurdum kilidi üstüne,
Ölsün diye bekledim!..

Bir gün.
Sana gelirken alelacele,
Açık unuttuğum kapıdan sızıverip gizlice
Hiç beklemediğim bir anda
Dudaklarımın arasından kanatlandı aniden..
Bir çığlık attı;
Öyle bir çığlıktı ki,
Sen ürktün,
Ben utandım..
Yıldızlar ayağımın altında
Birer birer ufalandı
Başımdan aşağı dökülen,
Kaynamış sular değil,
Düpedüz hayatımdı
Ah işte o martı,
Bana ne yaptığını hiç anlamadı.
Çünkü o da dünyadan en güzel şeyin,
Sevilmek olduğunu sandı

Bense hayatımda ilk defa,
Sevmeyi tatmıştım yeni.
Sana hissettiğim aşkta!
Hesapsız kitapsız..hiç karşılıksız
Sevmeyi öğrenmiştim
Bir martı..bir hata..
Seni kaybettim!
Martıya ne mi oldu sonra?
Suçluydu..kızgındım
Bir kurşun sıktım alnının ortasına
Vurdum kilidi üstüne,
Ölsün diye bekledim!

Son bir gayret seslendi
Bir garip baktı yüzüme
''Tamam dedi..özür dilerim
Bir hataydı kabul..affet ölmek üzereyim
Fakat hemen şimdi söyle..merak ederim..
Madem sevilmek değil,sevmekti istediğin,
Onu kaybettin diye sevemez misin?''

Sustum cevap veremedim.
Açtım kilitleri ! Sardım yaralarını..
Yaşasın diye dua ettim.
Bir sırrım var hala benim,
Kimselere demediğim.
Bir martı yaşıyor hür,
En kuytusunda yüreğimin!
İnsanoğlunun karakteri mi değişiyor yıllar geçtikçe yoksa biz insanlar farketmeden

yapımızı mı değiştiriyoruz gökdelenler ve teknoloji dolu dünyada.Eskiden esnaf kapısı

açık gidermiş gideceği yere sonra dönermiş bir iğne yer değiştirmezmiş dükkanında

hırsız girmezmiş; insanlar uzaklara giderken ya da savaşa uğurlarken sevdiklerini

şimdiki gibi elektronik donanım,cep telefonu yokmuş birbirlerine düşüncelerinde

güvenirlermiş,inanırlarmış ve beklerlermiş.Şimdilerde sürekli takipteyiz birbirimizi

yine de güvenmiyoruz.

Eskiden bayramlarda dargınlar barışırdı,bayramlara tatil göözüyle değilde

toplu aile yemekleri gözüyle bakardık,insanlar birbirlerine yaklaşırlardı böyle

dönemlerde.Nerede olurlarsa olsunlar gelirlerdi birbirlerini görmeye.

Ve biz belli yaşa kadar oyuncaklarla oynardık.Çocuk çocukluğunu yaşamalı.Belki

de yaşamın en güzel yılları sıfır sorumluluk ve üzüntülerin,mutlulukların anlık

değişiyor çocuklukta anı yaşıyorsun.Ve insan hayatındaki en dürüst dönem.Bir şeyleri

saklama gizleme kaygın yok.Özün sözün bir.Bazı gaflarından sonra insanların sana

kaş göz yaptığını ve eve gidince kızdıklarını görüyorsun o kadar.Yaptığın her hata

tolere edilebilir.Dünya senin için oyuncaklardan,şekerlemelerden ve ailenden ibaret.

Zaman öyle çabuk ilerliyor ki 20li yaşlarda bir bakıyorsun yaşlanmışsın.Bu

sebebple yaşamda her anı yaşamak gerek.Çocukken çocuk olmak,gençken genç yaşlıyken

yaşlı.Ne geriden ne de ileriden anı yaşamak lazım.

Sen büyüklük göster yaşa içinde kendine yapılan her şeyi affet.Zaten sana zarar

veren ve üzenler affetmeyecek yaptıklarını sen ikinci gardiyan olma.Kötülüğe

kötülükle cevap vermek yerine.Bırak olduğu gibi kalsın.Sen yoluna devam et.Birine

verilecek en büyük acı Onu yok saymaktır.

MY WOMAN , written by Nazım Hikmet Ran





MY WOMAN

My woman came with me as far as Brest,
she got off the train and stayed on the platform,
she grew smaller and smaller,
she became a kernel of wheat in the infinite blue,
then all I could see were the tracks.

Then she called out from Poland, but I couldn't answer,
I couldn't ask, "Where are you, my rose, where are you?"
"Come," she said, but I couldn't reach her,
the train was going like it would never stop,
I was choking with grief.

Then patches of snow were rotting on sandy earth,
and suddenly I knew my woman was watching :
"Did you forget me," she asked, "did you forget me?"
Spring marched with muddy bare feet on the sky.

Then stars lighted on the telegraph wires,
darkness dashed the train like rain,
my woman stood under the telegraph poles,
her heart pounding as if she were in my arms,
the poles kept disappearing, she didn't move,
the train was going like it would never stop,
I was choking with grief.

Then suddenly I knew I'd been on that train for years
- I'm still amazed at how or why I knew it -
and always singing the same great song of hope,
I'm forever leaving the cities and women I love,
and carrying my losses like wounds opening inside me,
I'm getting closer, closer to somewhere.

Mediterranean Sea, March 1960

tr. by Randy Blasing and Mutlu Konuk

Omayra ...



Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana
Mendili kan kokan sevgili arkadaşım
Usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım
elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür
adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın
macerasında
yolun sonunu söylüyordu
günahkâr iki melek olan sağdıçlarım

Al birkaç bulutlu sözcük
atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman
mekik, taflan, kar kesatı bir iklim
aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik
bu ilişkinin topografyasını
mezhepler tarihinden bulup çıkardım
adanan boynunda o gümüş zincir
bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda
işte yazgının kara zırhlısı!
Kork! kutsal kitaplardaki kadar kork!
Çünkü hiçtir bütün duygular
Korkunun verimi yanında

Benim ruhum nehirler kadar derin!
Kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin!

Arı bir sessizlik duruyor
şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta
gövdenin demir çekirdeği
kalkan teninin altında
sana okunaksız bana saydam giz
içindeki uğultunun izini sürüyorum
bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini
harabeler diriliyor
heykeller tamamlanıyor
kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde
başka çağlara gidip geliyoruz
aşk tanrısı için
seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde
aşkın kaplan ve yılan düğümüyle

Öpüyorum seni boynundaki yaradan
iniyorum kaynağına
aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor
dokunuşlarımın parıltısında
düğümlü mendilin, gümüş zincirin
sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler
çözülüyor avuçlarımda


Tılsım tamamlanıyor
ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte
indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor
zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim
tılsım tamamlanıyor
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle
sevgilim oluyorsun
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına

Adın yoktu tanıştığımızda
eksiğini de duymadık
bazen bir rüzgârı, bazen birkaç zeytini
adının yerine kullandık

Adın yoktu tanıştığımızda
sonra da olmadı
çünkü başka biri oldun zamanla

Şimdi adın var
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri
yükseliyor ve tehdit ediyor
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini
yüzümün pususunda geziyor
sularda bilenmiş bıçaklar
uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım
etimle ruhum arasında çelişen ilke
geri döndü bana
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden
içimdeki tarih bitti
siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini
ve şimdi adın var
ve şimdi
ikimizin vaktinde
intikam saati geldi

Omayra, bu adı verdim sana
ve mevsimleri bütün anlamlarıyla
iki çakılına bir deniz vereyim
hayallerine mavi buğday
dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim
esmer ve çırılçıplak bir gecede
bütün düşmanların gelecek
koynumdaki cenazene

Seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken
kucağımda başın
gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını
kendi enkazımın üstünde
kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan
öldürerek yaşatacağım seni kendimde

Ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün
gücünden habersiz sakin gülüşün
kamçılıyor içimdeki bütün köleleri
ben ki hileli bir oyun,
birkaç kırık zar
ve kara muskalı tılsımlarla
almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime
asıl sen tutsak etmişsin beni
dünyaya kapalı kapıların ardındaki
içi boş sessizliğine

sığlığın, sevgisizliğin
o sonsuz kendiliğindenliğin
dünyanın sana değmeyen yerleri
nasıl da çekici yapıyor seni
o kadar bağlandım ki
tutkusuz bedenine
ya öldüreceğim seni
ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne

Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra
uğultusu geliyor ta derinden
gövdemin geçtiği masalların
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman
bak sana korkaklığımı veriyorum
var olmanın bütün varoşlarından
ben yenildim, işte silahlarım
tılsım tamamlandı
sonuna geldim çizgilerini sildiğim
bir büyük haritanın
aşkım ölümün sınırında Omayra
olduğun yerde kal kımıldama!






Murathan MUNGAN

Cuma, Ağustos 04, 2006

KENDİME ÖĞÜT

Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal ...

AZİZ NESİN

YÜZÜNE AŞIK ÇOCUK








Ne zaman yüzüne baksam

Yalnızlığın o mutlu gerilimi

O öksüz göl hızla derinleşir

Biliyorum acılarım hiç bitmeyecek

Bu öyle bir yeşil

Ne zaman gözlerinin içine baksam

İkimizi de aşar o kapının ardındaki masal

Bense yüreğimin bu hallerinden

korkar,kalırım

Bir hız trenine bindirilmiş

Küçük bir çocuk gibi

Geçip giden yüzlere bakar kalırım

Ömrün kısalığı çarpar camlara

Ateş hızla yayılır içerilere

Akşam olur evler dolar boşalır

Acıyla erir,

yüzüne aşık çocuk

Ne zaman gözlerinin içine baksam biliyorum

İkimizi de aşar

O kapının ardındaki masal...



Cezmi ERSÖZ

Bir Kırlangıç Öyküsü ...





"Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.
Önce olabildiğince dik durmuş,
Sonra gagasıyla cama vurmuş.
'-Tık... tık tık...'
Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış:
'-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'
Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecan
Kırık sözcükler dökülmüş gagasından...
'-Hey adam, seni nicedir izliyorum.
Sorma nedenini, niçinini,
Ama galiba seni seviyorum'.

Şaşırmış adam,
'-Sen de nerden çıktın şimdi,
Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'
Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç,
ve aklındaki planı çıtlatmış:
'-Aç pencereyi beni içeri al sen,
birlikte yaşayalım ebediyen...
hem sofrada ortağın olurum,
hem evde eğlencen'.
Parlamış adam:
'-Şuna da bakın neler diyor bu...
Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?'
'-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda.
Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'
Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden
'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"
Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,
Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...

Gel zaman git zaman,
kırlangıçın hemen ardından,
bizim adamı pişmanlık basmış:
'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim,
ayağıma gelen fırsatı teptim'.
Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:
'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım.
Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".
Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...
Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...
Akın akın gelen sürülere sormuş,
Onun kırlangıcından eser yokmuş.
Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.
Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış
Bilge kişi almış adamın mesajını,
Lakin üzüntüyle sallamış başını:
"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.
Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".

Kaynak: CAN DÜNDAR

Denizciler, havacılar bana hep dünya vatandaşı gibi gelir.Kilometrelerce uzakta

kendi vatanlarından yaşamayı bilir onlar, ayrıca yemek seçmez, insan ayırmazlar.

Herkese eşit ilgili eşit özen.Hep gülümserler.Yeni gelir günlerce birbirleriyle

kaldıkları olur, her iş arkadaşı biraz aileden olur;her liman,her alan biraz vatan.

Her insan vatandaşı...

O Yüzden tekrar belirtmek istiyorum o insanlara çok saygı duyuyorum.Dürüstlükleri,

güler yüzlü ve içten halleri için tüm hava personeline gerçekten teşekkür ederiz.

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

YALNIZDIR OTEL ODALARI DA KADINLAR KADAR






Yeni bir romana başlamak bir bilinmeze yol almakla aynı şey. Önüne çıkan ilk taksiye atla ve adını bildiğin ama tanımadığın bir yerin adını söyle... Aksaray

Şoförün dikiz aynasından gözlerine bakarken hakkında yazdığı bir yığın öyküden birini yaşayacaksın belkide. Tanımadık kareler yol boyu, tanımadık koku. Yürek atışların, yarı korkulu heyecanın kollarında. Nereye gidiyorsun, ne için…bir yazıya gebe kalmak için ilki yollara mı düşmeli insan. Kalabalık caddeler, irili ufaklı binalar, gürültü kusan araçlar, mutluluk- mutsuzluk.Geride bıraktıkların hep vardır, hep olacaktır. Bir başına bile olsa vardır geride bıraktıkları.birilerinin gelmeleri veya gitmeleri vardır her romanda. Sevmeleri, sevilmeleri, yolunda ölmeleri.

Her şeye yabancı bir insan ruhuyla takip eder bakışları. Birbirine iliştirilmiş film kareleri.daha önce muhtemelen buradan yüz kez geçmiştir . ama şimdi… Tüm önceleri silip, tek tek hafızasına kazımaya çalışıyordu gördüklerini.

Şoför “Aksaray” dedi.

-Tamam burada ineyim. Taksimetreye bakılırsa çokta uzaklaşmamışım. Para üstünü saymadan alıp çantanın içerisine öylece atıp, indi.

- Allah’ım ne işim var burada. Aksaray.

Güneş gözlüğünün ardından kaygılı bakışları gözükmüyordu gözükmesine ama tedirginliği tüm tavrından belliydi. Yürümek yakınlaştırırdı umuda.Yürüdü .

Sonra oncarenkli kadınların , vitrinlerin arasından bir otele girdi.herkes onu bekliyor gibiydi. Kapıdaki görevli :

-Buyurun efendim, hanımefendi size yardımcı olacak.

Hanımefendi, elinde küçük bir çay bardağı içerisindeki çayı,tepsinin tam ortasına koymuş, terasa çıkarmaya çalışan bir garson kız. Asansöre bindiler. Kaçtı en son rakam. Asansör,inişler, çıkışlar… Yaşam gibi. Bazen nereye gittiğini bilmez insan. İnişlerde hisseder insan ne kadar yükseldiğini. Çıkış tamam. Kapı açılır.

- Burası katınız. Oda numarası 115.

Ne kadar da yön levhalarını okusanız da koridoru baştan sona dolaşırsınız. Tüm sıralanışı görmek istersiniz sanli.kartı tak-çıkar. Yeşil ışık. Ardına kadar açılır kapı.

Odalar. Otel odaları. Terkedilmişliklerin acısı. Bin bir çeşit insan sıvısı. Kimlikleri yoktur otel odalarının. Her şeyi değişkendir. Çarşafları, havluları,insanları…dili karmaşıktır, dilsizdir, sağırdır duvarları. Yıldız sayısı hiç fark etmez, aynıdır otel odaları.

Sekiz, dokuz, on. Yatak kocaman. Deniz bir parça odaya sarkar. Gün ortasıdır. Gemiler kıyılarda. Kadın kıyısına oturur yatağın. Sonra savrulur bir hayalle orta yerine.ne işi olur insanların otel odalarında.

- Ah geldin mi? Çok özlemişim.dur kokunu çekeyim derinlerime. Buradasın işte.Sana bu ayrılık bitecek demiştim. Buradasın.

Her koklayışta bir parça alır saklar yüreğine. Gözleri kapalı, dalgaların kollarına bırakmış gibidir kendini. Sanki sarsılır, savrulur, sarmalar, kaybolur bedeninde. Öper, öpülür, öpüşür. Kelimelerin en yetersiz olduğu andır o an. Önceleri hissettiği basınç azalmıştır, hafiflemiştir bedeni. Gözlerini açar, güneş iyiden iyiye silinmiştir. Diyecek hiçbir şeyi yoktur.içine kapanmıştır iyice. Kabuğunu meydanda bırakıp çekmiştir elini, ayağını ,ruhunu.

Gitmek gerekir. Odanın kapısı içeri açılır, çıkanda olsa. Koridoru gözden geçirir. Temizlikçi kadınlar bozuk bir türkçe ile birbirlerine sataşırlar. Asansör kattadır. Kimin umunda kaçıncı kat. Zemin kattır çıkışla buluşturan. Asansör durur durmaz bir çırpıda mayısın kollarına bırakır kendini. Binalar arasında bir avuçtur gökyüzü. Derin bir nefes alır.yürür yokuş aşağı. Yürümek kaybettiğin beni bulmaya yardım eder. Yitirdiğin adresler yürürken yolluna serilir. Kadınlar sarı kızıl saçlı. Daracık pantolonlarına sıkıştırdıkları etleri adeta fışkırmıştır bel üstünden. Göğüslerini tüm güzelliğiyle sergileyen bir çerçeve gibidir tişörtleri.kiminin bacakları meydan okur tüm ihtişamıyla ,kiminin sırt dekoltesi. Ayrış içindedir, yalnızdır kadınlar oysa.

“ Sokakları adımlamaya hiç güçüm yok der. Atlar bir taksiye.gidişler hep vardır gelişlerde. Sık sık düğümlenmiş bir urgan gibidir caddeler ,araçlar dura kalka, homurdana homurdana ilerler Kokusu ekzos kokusunun önüne geçer. Yalnızlığın soğuk ezgileri çınlatıyordu kulaklarını. Bitmek bilmeyen ayrılık sancıları, dinmek bilmeyen yürek sancıları.

-Yeni bir romana başlamak için güçlü olmalı insan. Yapamayacağım.

Dışarı açılan kapılar, içeri açılan tüm pencereler bir bir kapanır.







Nursen ÖZDOĞAN KURBAN

Umuduyla Yaşar İnsan ....



İKİ DENİZ ŞİİRİ

I.

Bu sonsuz denizde dalga olarak çarptığım her kumsaldan
Bir kum tanesi olarak geri dönmek istedim hep
İstedim ki ben de bir dalgacık oluşturayım
Kuytu bir taş gibi kendi yalınlığında rahat ve huzurlu
Zaman zaman kendi asiliğinde yalnız herkes için olmaktan
Kendini olduğu gibi ortaya koymaktan gururlu
Önünde durduğum sinema dolup boşalırken
Sokaktan geçenler bir gölge aradığında sürekli ve kesintisiz orda

Bu sonsuz mavi denizde topal bir mavna gibi yürürken sekiyor zaman.
Sağır duvar kör göz lambanın fitili gibi titriyor yüreğimiz
Beton yağmurun tazeliğine kent suya özlemini gideriyor
Su çağlamıyor fışkırmıyor çiseliyor
Bu sonsuz denizde sabahtan oturuyorum danteline anıların
Aşk yitip gidiyor her çiçek kendi rengiyle yitip gidiyor
Bir kaya gibi çöküyorum derinlerine devrildiğim bu çocuğun.

II.

Kuşlar birikmiyor yapraklarına bu ceviz ağacının
Gölgesinde serinlerken bir sis çanı
Küçük dalgaların vurduğu sahiller için bir deniz günün birinde
Büyük dalgalar da getirir diye düşünüyorum

Dalga geri döner bir diğerini çağırır bu kumsala her zaman
Sen güneşi alarak bana karanlığı bırakıp gittiğin için
Yalnızlığımın avlusunda sabahıma biriken kuşlar yok
Salih bolat’da yok ortalarda bu son günlerde
Bir sis çanı da yok ama sis basıyor içimi ve düşünüyorum

Çepeçevre sarıldığım için dalgalanmayan bir ölü deniz
Ya da çarpacak bir dip kaya bulamadığım için
Deli deli gidip gelen bir açık deniz değilim.

KORAY FEYİZ
Savaş uçağı tutkunlarına

Etiketler: fotoğraf, kolleksiyon, savaş uçağı, savaş, uçak
Savaş uçaklarına hayran olanlar için ilaç niteliğinde bir web sitesi:

fighter-planes.com

Sitede belli zaman aralıklarına göre üretilmiş olan uçaklara göz atabilir, halen prototip veya yapım aşamasında olan uçakları da öğrenebilirsiniz*.

Survey

Hi All;


Click on link to vote !!!


http://edition.cnn .com/2006/WORLD/meast/07/ 13/mideast/index.html

Best regards;

Smyrna

Kahlil Gibran'dan Seçmeler ...


Ermiş

Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa,
tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp
kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.

Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde,
şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı
ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.

O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı.
Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.

Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü:

"Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?
Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..

Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler,
yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve
yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?

Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki,
özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki,
sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..

Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil,
kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..

Geride bıraktığım bir düşünce değil,
açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...

Yine de daha fazla oyalanamam...

Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor;
yola çıkmalıyım...

Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken,
donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...

Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?

Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz.
Boşluğu yalnız başına aramalı...

Ve kartal, tek başına,
yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı..."

Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü
ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran
gemisinin limana yanaştığını gördü.

Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:

"Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri...
Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız.
Şimdi benim uyanışıma geldiniz,
ki bu benim en derin rüyam olmalı...

Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.

Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım,
sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...

Ve sonra aranızda yerimi alacağım,
gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...

Ve sen, engin deniz, uyuyan anne,
nehrin, ırmağın özgürlüğü...

Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak,
bu arazide bir kere daha çağıldayacak...
Ve ben sana geleceğim,
sınırsız okyanusa sınırsız bir damla..."

Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan,
erkeklerin ve kadınların
şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü.
Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini
ve kendi adını çağırdıklarını duydu.

Şöyle düşündü:

"Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak?
Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?

Sabanını tarlanın ortasında bırakana,
üzüm cenderesinin çarkını durdurana
ben ne verebilirim?

Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de
derleyip onlara sunabilsem..

İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...

Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı,
yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?

Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde
başkalarına güvenle dağıtabileceğim
nasıl bir hazine buldum?

Eğer bugün hasat günüyse,hangi tarlalara
ve hangi anımsanmayan mevsimlerde
tohumları ekmiş olabilirim?

Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse,
içinde yanan benim alevim olmayacak...

Kendimi bomboş ve karanlık hissederek
fenerimi kaldıracağım...

Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak;
onu yakacak da..."

Bunlar kelimelere dökülenlerdi.
Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı.
Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...

Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi.
Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.

Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:

"Henüz gitme; bizi bırakma.

Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun;
ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.

Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin.
Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...

Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını
ve acısını yaşamasın."

Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:

"Denizin dalgalarının bizi ayırmasına,
aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.

Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen,
yüzümüze düşen bir ışık oldu.

Seni çok sevdik; ama sevgimiz
sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.

Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor;
sevgimiz önüne seriliyor.

Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini,
ayrılma anına kadar anlıyamıyor..."

Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi.
Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar,
göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.

Sonra, kalabalıkla birlikte
tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.

Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.

Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı;
çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan
ve inanan bu kadın olmuştu.

Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:

"Tanrının sevgili kulu,
son noktayı keşfedebilmek için
uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.

Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.

Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için
duyduğun hasret çok derin.
Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir,
ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.

Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı
ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.

Ve biz onu çocuklarımıza,
onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar
ve o hiç bir zaman yok olmayacak...

Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve
uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını
ve kahkahalarını dinledin.

Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında
yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat."

Ve o cevap verdi:

"Orphales halkı,
tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte,
size neden bahsedebilirim?"

sevgi

Bunun üzerine Almitra, "Bize sevgiden bahset..." dedi.

Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı.
Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.

Ve yüksek bir sesle konuşmaya başladı:

"Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin,
Yolları sarp ve dik olsa da...

Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi,
Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...

Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın,
Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi,
Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...

Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer.
Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...

En yükseklere uzanıp, Güneş'le
titreşen en hassas dallarınızı okşasa da,
Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır,
Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...

Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker;
Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar;
Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...

Bembeyaz olana kadar öğütür sizi;
Esnekleşene kadar yoğurur;
Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye,
Sizi kendi kutsal ateşine savurur...

Sevgi bütün bunları,
Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar,
Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzzünü yaratır...

Ancak korkunun kıskacında,
Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız,
O zaman örtün çıplaklığınızı,
Ve sevginin harman yerine adım atın...

Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı,
Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya,
Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...

Sevgi hiçbirşey sunmaz, sadece kendisini,
Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri...

Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de;
Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...

Sevdiğinizde, "Tanrı benim kalbimde," yerine,
Şöyle deyin, "Ben kalbindeyim Tanrı'nın ..."

Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına,
Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer,
sizi değer bulduğunda...

Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...

Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa,
Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...

Erimek ve akmak,geceye şarkılar sunan bir dere misali,
Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,
Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak,
Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...

Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,
Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...

Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak,
Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...

Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua,
Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla..."

beraberlik

Sonra Almitra tekrar konuştu: "Peki ya beraberlik?"

Ve o cevap verdi:

"Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız.
Ölümün beyaz kanatları, sizin günlerinizi
dağıttığında da beraber olacaksınız.

Siz Tanrı'nın sessiz belleğinde bile beraber olacaksınız.

Fakat birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgarları aranızda dans edebilsin...

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın,
Daha ziyade, ruhlarınızın sahilleri arasında
hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarını doldurun;
ancak aynı bardaktan içmeyin...
Ekmeklerinizi paylaşın; ama
birbirinizinkini yemeyin...

Beraberce şarkı söyleyin, dans edin, coşun;
fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin;
Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup,
yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi...

Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil;
Çünkü yalnızca Hayat'ın eli, sizin kalplerinizi kavrıyabilir...

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil,
Çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır;
Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı,
birbirinin gölgesi altında büyüyemez."

arkadaşlık

Ve bir genç, şöyle dedi: "Bize arkadaşlıktan bahset."

Ve o cevap verdi:

"Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir.
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.

O sizin sofranız ve ocakbaşınızdır.
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.

Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.

Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular
ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.

Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...

Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.

Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır
ve sadece yararsız olan yakalanır.

Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun.
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse,
meddini de bilmesine izin verin.

Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş
aramanızın anlamı olabilir mi?
Onu, zamanı yaşatmak için arayın.

Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.

Ve arkadaşlığın hoşluğunda,
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun.
Çünkü küçük şeylerin şebneminde,
yürek sabahını bulur ve tazelenir."

eğitim

Sonra bir öğretmen, "Bize eğitimden bahset." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen
yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz.

Takipçileri arasında mabedin gölgesinde
yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil
sadece inancını ve sevgisini verebilir.

Eğer gerçek bir bilgeyse,
bilgeliğinin evine davet etmek yerine,
sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.

Bir astronomi bilgini,
size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir
ama anlayışını size veremez.

Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle
bir şarkı söyleyebilir;ancak ne ritmi yakalayan kulağı,
ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.

Ve semboller ilminde usta biri,
size simgesel alanlardan söz eder,
ama sizi oralara taşıyamaz.

Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham,
kanatlarını başka birine ödünç veremez.

Ve nasıl herbiriniz Tanrı'nın bilgisinde özgün
bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı'yı kayrayışınız
ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır."

kurallar

Sonra bir avukat, "Bize kurallardan bahset..." dedi.

Ve o cevap verdi:

"Siz kurallar koymayı çok seversiniz,
Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.

Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan,
sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.

Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus
kıyıya kum taşımaya devam eder.

Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler.

Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.

Fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan
kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?

Onlar için yaşam bir kaya, ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre
oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.

Danscılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?

Veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş
bir serseri olarak yargılayan bir öküz için?

Peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız
olarak niteleyen yaşlı bir sürüngene ne demeli?

Veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnını doyurduktan
ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?

Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı
altında oldukları halde, Güneş'e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.

Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.

Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?

Ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki
gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.

Ancak yüzünü Güneş'e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine
çizilmiş imajlar durdurabilir mi?

Eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?

Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin
kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?

Ve eğer dansederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp
sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?

Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini
gevşetebilirsiniz,ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi
için kim emir verebilir ki?"

konuşma

Ve bir öğrenci, "Bize konuşmadan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Siz konuştuğunuzda,düşüncelerinizle
barış içinde olmayı terkedersiniz;

Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda,
dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız.

Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.

Ve konuşmalarınızın çoğunda,
düşünce yarı yarıya katledilir;
Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir;
kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.

Aranızda bazıları,
yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar;
Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak
kendilerinigözleri önüne serer,ki onlar bundan kaçarlar.

Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve
önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı
bir gerçeği ifşa edebilirler.

Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır,
ama onu kelimelerle dile getirmezler.

Böylelerinin sinelerinde ruh,
ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.

Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun
dudaklarınıza doğru hareket etmesini
ve dilinizi yönetmesini sağlayın.

Sesinizin içindeki sesin,onun kulağının
içindeki kulağa seslenmesine izin verin;
Çünkü onun ruhu,sizin kalbinizin
gerçeğini saklıyacaktır;

Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile,
şarabın tadının ağızda kalması gibi..."

kendini biliş

Ve bir adam şöyle dedi: "Bize kendini bilişden bahset."

Ve o cevap verdi:

"Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir.
Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.

Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz.
Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.

Ve böyle de olması gerekir.

Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı;
Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir.

Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın;
Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.

Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir.
'Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin.

'Ruha giden yolu buldum' değil,
'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin.

Çünkü ruh, her yolda yürür.
Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür;
ne de bir kamış gibi dümdüz büyür.
Ruh, sayısız taç yaprakları olan
bir lotus çiçeği gibi açılır."

vermek

Sonra, varlıklı bir adam konuştu: "Bize vermekten bahset."

Ve o cevap verdi:

"Sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz;

Gerçek veriş, kendinizden vermektir.

Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?

Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?

Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir?

Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.

Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.
Bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır,
ve kasaları hiç boş kalmaz.

Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.

Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.

Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;

Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.

Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve
onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.

İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.

Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veriş olayından daha fazla sevinç getirir.

Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?

Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.

Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını
mirasçılarınız değil siz yaşayın..

Çoğunlukla şöyle dersiniz:
'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'

Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür,
ne de çayırdaki sürüler.

Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.

Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.

Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan,
sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.

Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve
güvenden daha büyük bir değer var mıdır?

Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da
onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?

Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve
verme olayında bir aracı olarak görün.

Çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,
sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.

Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.

Bunun yerine, armağanları kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;

Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babası evren olan cömertlik olgusundan
şüphe etmek demektir..."

acı

Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.

Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye
kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.

Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini
hayranlıkla izlemek üzere açarsanız,acınızın, neşenizden
hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;

Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi,
aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacaksınız.

Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir.

Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı
iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır.

Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri
"Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.

Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da,
O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır."

haz

Şehri yılda bir ziyaret eden bir münzevi
şöyle dedi: "Bize hazdan bahset."

O, konuşmaya başladı:

"Haz bir özgürlük şarkısıdır,
Ama özgürlük değil...

Haz, arzuların tomurcuğudur,
Ama meyvesi değil...

Yükselişi çağıran bir derinliktir,
Ama ne derin, ne de yüksek olandır...

Kafestekinin kanatlanışıdır,
Mekanla sınırlanmış değildir...

Haz, aslında bir özgürlük şarkısıdır...

Bu şarkıyı tüm kalbinizle söyleyin,
Ama şarkıda kalbinizi yitirmeden...

Gençliğin büyük bölümü hazzı arar,
sanki haz herşey gibi; ama yargılanır
ve azarlanırlar.

Ben onları ne yargılar, ne azarlarım. Bırakın arasınlar...
Çünkü onlar arayışlarındayalnızca hazzı bulmayacaklar.
Hazzın yedi kızkardeşi vardır ve en küçükleri
bile hazdan daha muhteşemdir.

Bitki kökleri için toprağı kazarken hazine bulan
adamın hikayesini duymadınız mı?

Aranızda daha olgun olan bazıları geçmişte yaşadıkları hazları,
sarhoşken işlenen yanlışlar misali, pişmanlıkla hatırlar.
Fakat pişmanlık aklın bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil.

Onlar hazlarını minnetle anmalıdırlar, bir yazın sonundaki hasat gibi.

Yine de onları unutmak rahatlatıyorsa, bırakın rahat kalsınlar.

Arayanlar kadar genç, hatırlayanlar kadar yaşlı
olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya
kabahat işlemek korkusuyla hazdan sakınırlar.

Fakat onları da yönlendiren hazdır;
bitki kökleri için toprağı titreyen ellerle
kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar.

Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler?
Bülbül gecenin sessizliğini veya ateş böceği
yıldızları gücendirebilir mi?

Ve sizin ateşiniz veya dumanınız rüzgara yük olur mu?

Nasıl olur da ruhu, bir çomakla karıştırabileceğiniz
sakin bir havuz gibi algılayabilirsiniz?

Çoğunlukla, hazzı reddettiğinizde asıl yaptığınız,
varlığınızın gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktır.

Bugün ihmal edilenin yarını beklemediğini kim bilebilir?

Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir.
Ve güzel müzik veya anlaşılmaz
sesler çıkarmak size kalmıştır.

Şimdi kalbinize sorun:
'Bizim için iyi olan hazla zararlı hazzı nasıl ayırabiliriz?'

Kırlara, bahçelere çıkın; öğreneceksiniz ki çiçeklerden
bal toplamak arının hazzıdır; balını sunmak ise çiçeğin...

Çünkü arıya göre çiçek yaşamın kaynağıdır.
Ve çiçek için arı sevginin ulağıdır.

Ve ikisi için ise, hazzın verilmesi ve alınması
bir gereksinim ve bir vecddir...

Hazlarınızda arılar ve çiçekler gibi olun..."

haz ve ızdırap

Sonra bir kadın konuştu:
"Bize haz ve ıstıraptan bahset."

Ve o cevap verdi:

"Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir.
Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu,
sık sık gözyaşlarınızla dolar.

Başka türlü olabilmesi mümkün müdür?

Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar
derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.

Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında
yanan aynı kadeh değil midir?

Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce
bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir?

Kendinizi neşeli hissettiğinizde
kalbinizin derinliklerine inin.

Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren,
daha önce üzülmenize neden olmuştu.

Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir şey için ağlıyorsunuz.

Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der;
diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır".

Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.

Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,
unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.

Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız
arasında bir terazi konumundasınız.
Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.

Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için
sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktır."

zaman

Ve bir astronomi bilgini, "Bize zamandan bahset" dedi.

Ve o cevap verdi:

"Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz.
Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını,
saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz.

Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz
bir nehir haline döndüreceksiniz.

İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz,
yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır.

Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz,
hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk an'ın içinde devinmektedir.

Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını
hissetmeyen var mıdır acaba?

Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin,
bir sevgi düşüncesinden diğerine,
bir sevgi davranışından bir başkasına,
kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı
ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez?

Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir?

Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz,
her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin.

Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla,
geleceği ise özlemle kucaklasın."

Kaf Dağı'na yolculuk











Aşk Üstüne

Sorularımı kim yanıtlayabilir?..
Sorularım kendi içimdeki için, kendi kendime cevaplamak istiyorum...
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?..
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden nedir?..

Halil Cibran



"Felsefe Taşı"nın peşindeki Harry Potter’a benzeyen 16 yaşındaki Umut’un, Avustralya yerlileriyle tanışmak ve onlarla özgürlüğü yaşamak üzere evinden kaçtığını okuyunca "İnşallah gidip hayal kırıklığına uğramaz" demiştim.
Bazılarına cennet görünen yer, başkalarının cehennemi olabiliyor.
Tanışsak, Umut’a Avustralya’ya gittiğimde gördüğüm Aborjin’lerden dinlediğim yürek yakan öyküleri anlatmak isterdim.
"Beyaz Adam"ın, yerlilerin çocuklarını nasıl evlerinden kaçırıp, manastırlarda dilinden, kültüründen kopararak hizmetçi olarak yetiştirdiğini...
...yüz binlere öksüz Aborjin’in bugün hala gerçek ana - babalarını tanımadığını, tanısa da onlarla kendi dilinde söyleşemediğini, bu yüzden de yerli dilin neredeyse tamamen yok olduğunu...
200 yıllık bu asimilasyondan artakalanlara bugün "kayıp kuşak" denildiğini...
Umut’un cennet umudunu kırmadan izaha çalışırdım.
Sonra, başka bir öykü anlatmak isterdim ona...
İran mitolojisinin ünlü "Simurg efsanesi"ni...


* * *


Simurg, bir masal kuşudur.
Uzun boynunda beyaz bir halka bulunan, safran tüylü, güzel sesli, insana benzer kocaman bir kuş...
Kuşların sultanıdır.
Kaf Dağı’nın ardında yaşar.
Efsaneye göre, kuşlar, sultanlarını bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün...
Yol uzun, yolculuk zorludur.
"Aşk Denizi"nden geçerler önce...
"Ayrılık Vadisi"nden uçarlar...
"Hırs Ovası"nı aşıp, "Kıskançlık Gölü"ne saparlar...
Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalar, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopar sürüden...
Kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle...
Yolculuk bittiğinde, Kaf Dağı’nın ardına sadece 30 kuş varabilmiştir.
Sultanları Simurg’u bulamazlar orada...
Sonunda sırrı, sözcükler çözer:
Farsça "si", "otuz" demektir.
...ömurg" ise "kuş"...
"30 kuş", anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir.
Ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.


* * *


Çoğu mitolojik destan gibi, dün Mehmet Y. Yılmaz’ın atıf yaptığı "Simyacı" da, bu "kendinin efendisi olma" bilincini anlatır aslında...
Mısır piramitlerinin eteklerinde hazine arayan Endülüslü çobana Simyacı’nın dediği gibi,
"Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir."
Saklı hazineyi, vurulduğu sevgiliyi, kaybettiği ülkeyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip yaman engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur bu destanların Kaf dağlarında...
Ve sonunda "kendi hazinesi"ni bulur...
Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.


* * *


Umut’u tanısam ona "Özgürlük, aradığın yerde olmayabilir, ama kalkıştığın yolculuk, seni özgürleştirebilir" demek isterdim.
Umut, bu sırdadır.
Sır da Umut’ta...

Salı, Ağustos 01, 2006

Söylemeye Zamanı Olmayanlara …


Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.
Yüreğini elime koyduğunda anladım…

‘’Sana ihtiyacım var, gel!'’ diyebilmekmiş güçlü olmak.
Sana ‘’git'’ dediğimde anladım…
Biri sana ‘’git'’ dediğinde, ‘’kalmak istiyorum'’ diyebilmekmiş sevmek.
“Git” dediklerinde, gittiğimde anladım…

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım…
Özür dilemek değil, ‘’affet beni'’ diye haykırmak istemekmiş pişman olmak.
Gerçekten pişman olduğumda anladım…
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş.
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım…
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi.
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım…
Sevgi emekmiş.
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş…

Kadınlardan ASLA Duyamıyacaksınız :)

Diğerlerini bilmem de benden kesin duyarsınız

1. Peki askim, öyle olsun.
2. Bugün anneler günü, annene gidelim.
3. Kaç çocugumuz olsun hayatim?
4. Sen maç izlerken ben ütü yaparim.
5. Bugün Pazar, istedigin kadar çarsida kalabilirsin.
6. Sinemada yanimizda oturan kizin gögüslerini gördün mü? Benimkinin iki misliydi.
7. Tanga giymemi ister misin?
8. Seni seviyorum aşkım.
9. Annem seninle mutlaka evlenmem gerektigini söylüyor.
10. Babam mesleginin gelecek vaad ettigini söyluyor.

Kadınlar ve sorular ?

Sorular:

Ne düşünüyorsun?
Beni seviyor musun?
Şişman mıyım?
O (kadın) benden daha mı güzel?
Ben ölseydim ne yapardın?

Bu soruların kötü ve zor olmasının nedeni onlara doğru cevaplar verilmezse her birinin büyük bir tartışma, kavga ve/veya boşanmaya yol açma riski taşımasıdır . “Doğru” kelimesi burada pragmatik anlamda doğru demektir; ahlaki açıdan doğruluk göz önüne alınmamış, bu okuyucunun ahlak anlayışına bırakılmıştır.




1.Ne düşünüyorsun?

Bu sorunun doğru cevabı, tabii ki şöyle bir şeydir:

Senin ne kadar sıcak, harika, ilgili, düşünceli, zeki, ve güzel bir eş olduğunu ve seninle karşılaştığım için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyordum.

Bu cevap kitabi olduğundan, böyle söylerseniz tabii ki fazla işe yaramaz. Onu konuşma diline aktarmanız gerekir:

Yaa, düşünüyorum da, … sen çok sıcak ve sevimli birisin. … Benimle ilgileniyorsun… Düşüncelisin… Çok zeki ve güzel bir eşsin… (Biraz boşluk) … Aslında, seninle karşılaştığım için ben de çok şanslı bir hergeleyim!

Bu cevap o sırada aklınızdan geçenlerle uzaktan yakından ilgili olmayabilir.

Yanlış cevaplar:

a. at yarışı.

b. futbol.

c. dükkandaki işleri.

d. benden daha güzel olduğunu.

e. son günlerde ne kadar şişmanladın.

f. …

Sassy makalesine göre bu aptal soruya verilen en iyi cevap Evli ve Çocuklu’daki Al Bundy’den gelmiş. Karısı Peg bu soruyu sorunca, Senin bilmeni isteseydim, demiş Al, düşünmek yerine konuşuyor olurdum.

Diğer soruların da bir tek doğru cevabı fakat bir çok yanlış cevabı var.



2.Beni seviyor musun?

Bu sorunun doğru cevabı, “evet”tir. Daha etkili olmak isteyenler, “evet, hayatım” da diyebilir.

Yanlış cevaplar:

a. sanırım.

b. evet deseydim kendini daha mı iyi hissedecektin?

c. bu senin “aşk”tan ne anladığına bağlı.

d. fark eder mi?

e. kim, ben mi?

f. …



3.Şişman mıyım?

Bu sorunun doğru cevabı kendinden emin bir şekilde ve kesinlikle vurgulayarak, “hayır, tabii ki değilsin,” deyip odadan hemen çıkmaktır.

Yanlış cevaplar:

a. sana şişman diyemem, ama ince de diyemem.

b. neye kıyasla?

c. hafifçe kilolu olmak sana yakışıyor.

d. daha şişmanları da gördüm.

e. soruyu tekrarlayabilir misin? … üzerinde düşünüyordum da.

f. …



4.O benden daha mı güzel?

Bu sorudaki “o” eski bir kız arkadaş, yoldan geçen (ve ona bakarken neredeyse kaza yapacağınız) biri veya seyretmekte olduğunuz filmdeki bir aktris olabilir. Her neyse, her halükarda doğru cevap, “hayır, sen çok daha güzelsin,” şeklindedir.

Yanlış cevaplar:

a. bir başka açıdan öyle.

b. güzelliğin nasıl kıyaslandığını bilmiyorum.

c. evet, ama senin kişiliğin çok daha iyi.

d. o sadece daha genç ve ince.

e. soruyu tekrarlayabilir misin? … üzerinde düşünüyordum da.

f. …



5.Ben ölseydim ne yapardın?

Doğru cevap:

Allah göstermesin! Senin zamansız ayrılığına dayanamam. Hayat benim için anlamını yitirir ve kendimi Boğaz Köprüsünden atmamak için bir neden bulamam. (Dikkat: Ses tonu ve yüz ifadeleri olağanüstü önemlidir.) Bu soru, aşağıdaki aptal fıkrada da görüleceği gibi, bütün soruların en aptalı unvanını kazanmaya layık bir sorudur.

K: “Hayatım, ben ölseydim ne yapardın?”

E: “Eee, çok kötü olurdum, ama niye sordun?”



K: “Yeniden evlenir miydin?”

E: “Yo, elbette evlenmezdim.”



K: “Niye? Evli olmaktan hoşlanmıyor musun?”

E: “Elbette hoşlanıyorum.”



K: “Öyleyse neden evlenmezdin?”

E: “Pekala, evlenirdim.”



K: “Demek evlenirdin?”

E: “Evet.”



K: “Onunla yatağımızda mı yatardın?”

E: “Yani, evet. Herhalde öyle yapardım.”



K: “Anlıyorum. Benim elbiselerimi giymesine de izin verir miydin?”

E: “İsterse, tabii ki”



K: “Öyle mi? O halde benim resimlerimi kaldırıp onun resimlerini de asardın, değil mi?”

E: “Evet. Doğru davranış bu olurdu.”



K: “Yaaa!? Eh, o zaman benim golf sopalarımı kullanmasına da izin verirdin?”

E: “Bu tabii ki mümkün değil, hayatım, çünkü o solak.”

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

SABAHTAN GÖRDÜM SENI
ÇOK BEYAZ GELDIN BANA
KONAKTA MI BÜYÜDÜN
OY OY EMINE'M
GÜNES ÇARPMAMIS SANA
GÜNES ÇARPMAMIS SANA

PARMAGINDA YÜZÜKLER
KOLUNDA BILEZIKLER
OY SANA DOLANAYIM
OY OY EMINE'M
NEDIR BU GÜZELLIKLER
NEDIR BU GÜZELLIKLER

VARDIR GÜZEL YAYLALAR
HAMSIKÖY'ÜN BASINDA
ALIR KAÇARIM SENI,
OY OY EMINE'M
ONÜÇ ONDÖRT YASINDA
ONÜÇ ONDÖRT YASINDA

BIR KURSUN ATACAGIM
BELINDEKI KUSAGA
BABAN VERMEDI SENI
OY OY EMINE'M
BENIM GIBI USAGA
BENIM GIBI USAGA




I saw you in the morning
You are very very white
Did you grow up in konak
Oii, Oii, Eminem
The sun did not hit you
The sun did not hit you

Helee, rings on your fingers
Bracelets on your arms
Oii let me wrap around you
Oii, Oii, Eminem
What are all these beauties
What are all these beauties

There are beautiful yayla’s
In the head of hamsikoy
I will take you and escape
Oii, oii, eminem
Thirteen fourteen years old
Thirteen fourteen years old

I will fire a bullet
To the belt on your waist
Your father did not give you
Oii, oii, eminem
To an usak like me
To an usak like me

Pazar, Temmuz 30, 2006



sigaramın dumanına sarsam saklasam seni
sigaramın dumanına sarsam saklasam seni
gitme gitme gittiğin yollardan dönülmez geri
gitme gitme el olursun sevdiğim incitir beni

yokluğun ah yol yol olsa uzasa unutmam seni
yokluğun ah yol yol olsa uzasa unutmam seni
gitme gitme gittiğin yollardan dönülmez geri
gitme gitme el olursun sevdiğim incitir beni

akşam vakti sardı yine hüzünler
kalbim yangın yeri, gel kurtar beni senden
akşam vakti dolaştım sokaklarda
yırtık bir afiş, seni gördüm duvarda

sigaramın dumanına sarsam saklasam seni
hasretin ah yol yol olsa uzasa unutmam seni
gitme gitme gittiğin yollardan dönülmez geri
gitme gitme el olursun sevdiğim incitir beni

– Ezginin Günlüğü

***Şarkı sözleri güzel,resimde uyumlu oldu hani.Güzel bir şarkı :)Tonu güzel,tarzı

güzel.Bakmayın biraz ayrılık şarkısı gibi ama siz kalbinizden sevgiyi eksik etmeyin.

AMOR GITANO


AMOR GITANO
(english translation follows original)

Quisiera enamorar
Por el dueno de la vida
Quisiera me enamore
Ore y vente pronto
Quien yo se
Que es tu no sabe donde ir
Por eso que la mano te dare
Hoy llena bien
En tu amor ya se
Que llegar un dia ya puede
Alli puede poner

Sufrir a la verdad
Como nunca, y yo...
Si lo de noche ya me es bueno
A jurarme este alli
La vi en el pasado

Quien yo se
Mira que faz
Un hombre soy enamorar
Otra vez yo te vi
Por la calle
Te voy a buscar
La via, morena
La gitana que yo queria
Te dare senal que no hay miedo
Querer la gitana que yo he querido
Y el amor
Que todo he perdido

La agonia te di tu amor
Si el trove alli el puro corazon
Di mi amor
No te vayas
Es mi vida
Vengo aqui
Yo, serena, angustiado y humilde
De la vida dare
Ey----------------ey
Ey----------------ey
Y el amor
Donde he llegado
Que perdia
Como una amada
La he dejado huir

Si ya la he conocido
Que perdi
Y dare por ella
Los besos que ya te he dado
Te dare
Te quiero el porvenir
Una de las delicias de la vida
Pase alli
Como una "love" gitano
Jamas no llega olvidare
Jamas no olvidare

Lai lo lai lo lai lo, etc.

AMOR GITANO (GYPSY LOVE)
TRANSLATION TO ENGLISH:

I want to fall in love
With the master of my life
I want her to fall in love with me
I prayed for you to come soon
Who, I know
That it's you who don't know where to go
That's why I will give you my hand
Today fulfill well
Your love I already know
Can arrive one day
And be put there

To truly suffer
As never before, and I ...
If the things of the night are good for me now
Swear that you will be there
I saw her in the past

Who, I know(phonetic - I don't know what it means)
Look what you are doing
I am a man
To fall in love
Again I saw you in the street
I'm going to look for you
The way, dark one
The gypsy woman whom I loved
I will give you a sign that there is no fear
To love the gypsy woman I have loved
And love
I have lost everything

I gave agony to your love
And a pure heart was found there
Tell me my love
Don't go away
It is my life
I am coming here
I, serene one, anguished and humble
Will give you my life
Ey----------------ey
Ey----------------ey
And the love
Where I have arrived
That I lost
Like a loved one
I let her flee

Yes, I have already known her
And lost her
And will give for her sake
The kisses that I have given you
I will give you
I want a future with you
One of the delights of life
I spent there
A gypsy "love"
I will never forget
I will never forget

Lai lo lai lo lai lo, etc.

Déchiré /Notre Dame de Paris by Patrick Fiori Lyrics




Je suis un homme partagé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Faut-il que je me coupe le coeur en deux ?
Déchiré
Je suis un homme dédoublé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Est-ce ma faute si je suis un homme heureux ?
L'une pour le jour
Et l'autre pour la nuit
L'une pour l'amour
Et l'autre pour la vie
L'une pour toujours
Jusqu'à la fin des temps
Et l'autre pour un temps
Un peu plus court
Déchiré
Je suis un homme partagé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Mais ce n'est pas à moi qu'ça fait du mal
Déchiré
Je suis un homme dédoublé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Est-ce ma faute si je suis un homme normal ?
L'une pour le ciel
Et l'autre pour l'enfer
L'une pour le miel
Et l'autre pour l'amer
L'une à laquelle
J'ai fait tous les serments
Et l'autre avec laquelle
Je les démens
Déchiré
Je suis un homme partagé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Faut-il que je me coupe le coeur en deux ?
Déchiré
Je suis un homme dédoublé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Est-ce ma faute si je suis un homme heureux ?
Déchiré
Je suis un homme partagé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Faut-il que je me coupe le coeur en deux ?
Déchiré
Je suis un homme dédoublé
Déchiré
Entre deux femmes que j'aime
Entre deux femmes qui m'aiment
Est-ce ma faute si je suis un homme heureux ?


--------------------------------------------------------------------------------
All Song Lyrics for Soundtrack Notre Dame de Paris:
ARTIST/BAND NAME SONG LYRICS
Bruno Pelletier Lyrics Temps des Cathedrales
Luck Mervil Lyrics Sans-Papiers
Noa Lyrics Bohemienne
Patrick Fiori Lyrics Belle
Daniel Lavoie Lyrics Tu Vas Me Detruire
Luck Mervil Lyrics La Cour des Miracles
Noa Lyrics Ave Marie Paien
Daniel Lavoie Lyrics Florence
Garou Lyrics Les Cloches
Daniel Lavoie Lyrics Etre Pretre et Aimer une Femme
Patrick Fiori Lyrics Dechire
Julie Zenatti Lyrics Monture
Noa Lyrics Vivre
Garou Lyrics Dieu Que la Monde Est Injuste
Bruno Pelletier Lyrics Lune
Garou Lyrics Danse Mon Esmeralda

Story called Ninni in English+Turkish for Turkish learners

NINNI ADLI EŞEK - A Donkey called Ninni


Ondokuz yıl önce Türkiye'de çalışıyordum. Manisa' daki bir fabrikada, endüstriyel özel tipi dizel motorlu arabaları, ingiliz lisansı altında, imal ediyorduk. İki yıl boyunca ingiliz firmamızın temsilcisi olarak Türkiye'de çalışıp oturuyordum.

Zaman geçtikçe bu Türk şirketin müdürlerinden biriyle arkadaşlık kurdum. Türkiye'de işim bittikten sonra İngiltere'ye döndüm ve birbirimiz arasında arkadaşlığımızı sürdürdük.

O zamandan beri her yıl kısa bir tatil için arkadaşımı ziyarete giderdim. Onun ismi Ergun, şimdi emekli olarak Eski Foça'da oturuyor.

Beş yıl önce, onu ziyaret ederken, Ergun onun yeni ev hayvanını bana gösterdi. Ninni adlı bir Eşek! O eşek, Ergun'un evinin önündeki tarlada, büyük bir ağacın gövdesine bağlıydı.

Ertesi yıl tekrar tatilimi Ergunlar'la geçirdim. Bu defa Ninni yoktu. ndonkey.gif 11kb

Ergun'a "Ninni'ye ne oldu?" diye sordum.

"Tuhaf bir şey. Bir sabah uyandıktan sonra Ninni' nin yemini vermek için tarlaya gittim. Ninni yok! Ortadan kaybolmuştu. Bu olan biten üç ay evveldi. Şimdi'ye kadar onun hakkında hiç haber ortaya çıkmadı" diye cevabını aldım.

Bir yıl sonra Eski Foça'nın otellerin birisinde iki haftalık yaz tatilimi yaparken Ergun'un evine uğradım. Selamlaştık ve biraz sohbet ettikten sonra, birdenbire yerinde bağlı Ninni' yi fark ettim. Bu defa eşek oradaydı.

"Ergun Bey, eşeğin geri dönmüş galiba - n'oldu acaba?" diye sordum.

"Ah" dedi, "Altı ay evvel ilçemizin haftalık gazetesinde bir ilân çıktı - şöyle diyordu -

Başıboş Bir Eşek Bulunmuştur
Bağarası Köyüne Başvurmanız Rica Olunur
Tel: 45678

donkey.jpg 6kb

Hemen telefonu açıp bir çiftçiyle konuştum. Söylediklerine göre bu hayvan Ninni'ye benziyormuş. Bağarası köyüne gidip eşeğe baktık. Gerçekten Ninni'ydi, çiftçiye teşekkür ederken, bana - 'Dur bakalım, bu iş o kadar kolay değildir' - dedi

Çiftçiye - ' O niye ?' - diye söyledim.

Bana dedi ki - ' Hayvan bulduğumuzda domates tarlasının yarısını yemişti, daha sonraki uç haftalık onu yemle besledik. Domates parası üçyüzbin, besleme parası kırkbin, toplam üçyüzkırkbin lira rica ederiz.' nimateddonkey.gif 15kb

"Ne yapsam! Yazık ki onun istediği parayı ödemek zorunda kaldım - çoook paraaa!"

Dördüncü yıl Eski Foça'ya gittim, bu defa Ninni yoktu. Eşeği satmışlarmış, Ninni'ye karşı verdikleri domates parasını geri almıştı galiba.

Ninni'nin cezası budur - yemi için şimdiden çalışmalıdır

*********************************************************************************
Nineteen years ago I was working in Turkey. We were producing an industrial type of Diesel engine under an English Licence at a factory in Manisa. I was living and working as our English firm's representative for a period of two years.

As time passed I became friends with one of the Turkish managers of this firm. After my work had finished in Turkey we continued this friendship between us.

Since that time I used take a short holiday every year and visit my friend. His name is Ergun and now he is retired and living in Eski Focha.

Some five years ago while I was visiting him, Ergun showed me his new pet. She was a donkey called - Ninni! This donkey was tethered to the trunk of a large tree in front of Ergun's house.

The following year once again I spent my holiday with The Ergun family. This time Ninni was missing.

I asked Ergun what had happened to Ninni.

"A strange thing..", he answered. "One morning after I had woken up I went into the field to feed Ninni. But no Ninni. She had disappeared. All this happened three months ago, and up to now we have had no news of her."

A year later while taking my two week summer holiday in one of Eski Focha'a hotels, I dropped in to Ergun's place. After saying hello and making a little gossip I suddenly noticed that Ninni was tethered in her place. This time the donkey was there.

I asked him, "Ergun bey - it looks like your donkey has come back again - what happened I wonder?"

"Ah! he said, "Six months ago there was a notice in our local weekly newspaper."

Found - an untethered donkey
Please apply to Bagarasi Village
Tel No: 45678.

Straight away I was on the telephone and spoke to a farmer. According to what he was saying it seemed that the animal resembled Ninni. We went to Bagasari Village and looked at the donkey. It was really Ninni, but while thanking the farmer he said to me - 'Just a moment, this job is not that easy...'"

"Why is that?" , I asked the farmer.

He said this to me -" By the time we had found the donkey she had already eaten half a field of tomatoes, and after that we have had to feed her for three weeks. The tomato cost is 300,000 and the feed 40,000 so we want the total 340,000 lira.

"What could I do - I had to pay the amount that he was asking - a lot of money."

For the fourth year I went to Eski Focha, this time Ninni was not there. They had sold Ninni. I suppose that they must have got the tomato money back for her.

This is Ninni's punishment - she must now work for her food.

Kriegskind


Kriegskind

Wenn du schläfst
Zieht Naivität
Eine leichte Decke über Haut
Wenn du wachst
Wachen musst
Brechen Schatten tief durch Augen
Du hast keine Chance
Auf einen Löffel
Kinderleben

Manchmal fliegen Schmetterlinge
Aus deinem Mund

Susanne Mette
*************************************
child of war

when you are sleeping
naivity pulls
a soft blanket over skin
when you are attentive
have to be attentive
shadows breaking deep through eyes
you don't have any chance
to a spoon
of childlife

sometimes butterflys leave
your mouth

Susanne Mette

From a Woman's Point of View












One day my housework-challenged husband decided to wash his sweatshirt.

Seconds after he stepped into the laundry room, he shouted to me, "What setting do I use on the washing machine?"

"It depends," I replied. "What does it say on your shirt?"

He yelled back, "Oklahoma State University."

And they say blondes are dumb...

******************************************************************

A couple is lying in bed. The man says,

"I am going to make you the happiest woman in the world"

The woman says, "I'll miss you..."

******************************************************************

"It's just too hot to wear clothes today," Jack says as he stepped out of the shower, "honey, what do you think the neighbors would think if I mowed the lawn like this?"

"Probably that I married you for your money," she replied.

******************************************************************

He said - Since I first laid eyes on you, I have wanted to make love to you really badly.

She said - Well, you succeeded.

******************************************************************

He said - What have you been doing with all the grocery money I gave you?

She said - Turn sideways and look in the mirror

******************************************************************

Q: What do you call an intelligent, good looking, sensitive man?

A: A rumor

******************************************************************

A man and his wife, now in their 60's, were celebrating their 40th wedding anniversary. On their special day a good fairy came to them and said that because they had been such a devoted couple she would grant each of them a very special wish.

The wife wished for a trip around the world with her husband.

Whoosh! Immediately she had airline/cruise tickets in her hands.

The man wished for a female companion 30 years younger...

Whoosh...immediately he turned ninety!!!

Gotta love that fairy!

******************************************************************

AND THE BEST ONE YET...

A WOMAN'S PERFECT BREAKFAST:

She's sitting at the table with her gourmet coffee.
Her son is on the cover of the Wheaties box.
Her daughter is on the cover of Business Week.
Her boyfriend is on the cover of Playgirl.
And her husband is on the back of the milk carton


******************************************************************

A PRAYER.... Dear Lord, I pray for Wisdom to understand my man; Love to forgive him; And Patience for his moods. Because, Lord, if I pray for Strength, I'll beat him to death.

AMEN