Pazar, Ağustos 06, 2006


I can't believe that life's so complex
When I just want to sit here and watch you undress
I can't believe that life's so complex
When I just want to sit here and watch you undress

This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, this is love
That I'm feeling
This is love
That I'm feeling

Does it have to be a life full of dread
I wanna chase you round the table, I wanna touch your head
Does it have to be a life full of dread
I wanna chase you round the table, I wanna touch your head

This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, this is love
That I'm feeling
This is love
That I'm feeling

I can't believe that the axis turns on suffering
When you taste so good
I can't believe that the axis turns on suffering
When my head burns

Love, love, love
That I'm feeling
This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, love, love
That I'm feeling

Even in the summer
Even in the spring
You can never get too much of
A wonderful thing

You're the only story that I never told
You're my dirty little secret, wanna keep you so
You're the only story that never been told
You're my dirty little secret, wanna keep you so

Come on out, come on over, help me forget
Keep the walls from falling as they're tumbling in
Come on out, come on over, help me forget
Keep the walls from falling on me, tumbling in
Keep the walls from falling as they're tumbling in

This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, this is love
That I'm feeling
This is love, love, love
That I'm feeling

İclâl AYDIN - Aşk ...


Aşk ...
Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen.
Aşk; bazen bir zaman hatasıdır.
Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara.
Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır.
Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak...
Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır.
Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır.
Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen iki savaş çocuğu gibi kalmaktır.
Eylül'ün toparlanıp gitmesini izlemektir.
Bir bakış bile anlatmaya yeterken herşeyi kalbinizi dolduran duyguların kalbinizde kalmasıdır.
Aşk; canınızla beslemektir hüznün kuşlarını.
Aşk; vazgeçmektir gözlerinden.
Geceleri ansızın nedensiz uyanmaktır uykularından, usul usul ağlamaktır.
Aşk; birgün anahtarın ters döneceğine inanıp ışığa kavuşmayı özlemektir.
Aşk; buralardan öylece çekip gitmek ve sonunda kendine bir gül vermektir.
Acını içine alıp, göz damlalarını tutup, güçlü olmaya çalışmaktır. İclâl AYDIN

Mırıldandıklarım


Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"İçtenliğin" yada "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım nede mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettigi bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
Senin ve benim, yani bizim için... Murathan MUNGAN

Ben Seni Neden mi Sevdim?

Ben seni bir okyanusun derinliğinde buldum da sevdim
Parlak bir inciydin benim için
Paha biçilmez bir inci

Ben seni soğuk ve yağmurlu bir günde
Seni düşünürken gülüşündeki sıcaklığın içime dolup da
Beni sardığı bir anda sevdim

Seni sadece selvi boyun, siyah saçlarin yada kara gözlerin
Güzel bir yüzün var diye değil
Fikirlerinle, konuşmandaki güzelliğin ve benim o kor halde yanan yüreğimle sevdim
Ben seni derinden ve hissederek sevdim

Her kalp atışımda vücudumun dört bir köşesine yayıldığınıBeni sardığını her nefes alışımda ciğerlerime işlediğini bilerek sevdim
Seni kış gecelerinin o soğuk yatağında birlikte uyuyup beni ısıttığınYaz sıcapında uyuyamayıp sıkıntılarım olduğunVe rüyalarımda buluştuğumuz gecelerde sevdim

Seni ellerinden tutup kanımın kaynadığıKalbimin yerinden fırlayacağını hissettiğim anlarda
O ıslak dudaklarınla beni sevdigini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim
Ben seni o sensiz anlardaki boş ve değersiz geçen dakikalarda
Kayıp zamanlarımızda, seni arayıp bulamadığımÇaresizlik içinde olduğum, içki sofralarını dost bildiğim anlarda sevdim

Sen ne kadar uzak olsan da,
Aramızdaki kilometreler nasıl çoksa
Bende seni o kadar yoğun ve o denli çok sevdim
Seni kalbimde yanan ateşin ile
Zihnimde oluşan hayallerin o ay parçası çehrenle
Bana derinden bakan o gözlerindeki ışıltıyı göreceğim anları beklerken
Kalbimin yanıp tutuştuğu anlarda
Gelip o bu ateşi alevlendirerek
Bana sarılarak beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim

Korkuyorum!
Hakkettiğin mutluluğu sana verememekten korkuyorum.
Seni beni sevdiğinden fazla sevememekten korkuyorum.
Senin sevgine layık olduktan sonra başkaları tarafından o sevgiyi kaybetmekten korkuyorum.
Seni kazandım derken kaybetmekten korkuyorum.
Aramızdaki maneviyat haricindeki uçurumlardan korkuyorum.
Senin kalbini daha fazla kırmaktan korkuyorum.
O temiz ve masum göz yaşlarını daha fazla akıtmaktan korkuyorum.

Evet korkuyorum; seni kaybetmekten, seni daha fazla üzmekten ...
Sana kendimi ifade edememekten korkuyorum.
Yada yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.
Uçurumun kenarında yalnız kalmaktan korkuyorum.
Dostluğuna doyamadan uluorta yalnız kalmaktan korkuyorum.
Yüreğimdeki o ince sızının bir gün çoğalmasından ve beni sarmasından korkuyorum.
Sevgi denen güzelliğinin bir gün beni terk etmesinden korkuyorum.
Dostluğun ölüp yerine nefretin yeşermesinden korkuyorum.

Korkuyorum evet; seni kaybetmekten ve seni daha fazla üzmekten...
Bir çiçek misali ne ellemeye nede koparmaya kıyamıyorum uzaktan seyrediyorum çünkü;
Seni daha fazla incitmekten korkuyorum.
Ömründe yaşadığın mutluluğu huzuru sana yaşatamamaktan korkuyorum.
Sana kalbimden fazlasını verememekten korkuyorum.
Sonunda sana gözyaşından başka bir şey bırakamamaktan korkuyorum.
Seni sevmekten değil; dostluğunu suiistimal etmekten,
Seni kaybetmekten ve değerini bilememekten ve Yüce Rabbime hesap verememekten korkuyorum.
Belki de çok fazla korkuyorum ...
çünkü ben ilk defa seviyorum

Attila İLHAN

Ahmet ALTAN - Ten ve Hüzün


***Beyaz Atlı Prens dedikleri bu olsa gerek:)Dayanamadım çok mistik koydum:)
Resim Fas'Tan

Ten ve Hüzün

Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz? Onun için mi deneyip duruyoruz insanları? Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz. Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana. Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı, en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba, rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı, en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?.. Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba? "Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz? İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor? Schiller'in o muhteşem "Eldiven" şiirinde anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık, oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok duymalıydık. Hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller'in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünkü. Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar. Borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor. - Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim. Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor. Bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor. Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor. Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor. Nietzsche "Tanrı ve insanları deneme" diyor. Schiller, eldiven şiirini yazıyor. Biz, herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve herşeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz. Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz. Mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz. Aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu aşkın suçu değil. Aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından, üzüntüsünden, yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan aşklar. "Ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım," diyenlere verilebilecek bir armağan > mutlu aşk... Aşk iki eli dolu bir eski ilahe, birinde mutluluğu birinde acıyı veriyor. Acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil. Çok mu korkuyoruz acıdan ve yaradan ve kederden? Korku bizi acılardan koruyor mu peki? Aşk, o eski ilahe, o tanrıların orospusu, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür elini kapatıyor. Acısız mutluluk olmuyor. Lermontov, çocukluğumun müthiş yazarı, "Zamanımızın Bir Kahramanı" isimli kitabını yazdığında Rusya'yı birbirine katmıştı... Hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık etmekten hoşlanan birini anlatıyordu... Şu hiç unutmadığım Peçorin'i, Lermontov'un ve hepimizin zamanının kahramanı olan yalnız ve sevgisiz adamı. Ne kadar şanslıydı Peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı, kadınları kendine aşık edip kaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu. Çocukluğumun kahramanı bir korkaktı. Ve mutsuzdu. Ve Lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin yarısındayken, yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı şair, sanırım o da mutlu değildi. Peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi, korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar. Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz? Onun için mi deneyip duruyoruz insanları? Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz. Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana. Ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor. Her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir. Aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız, hep o acıyan yerimizi korumak istememizden. Kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı? Bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak nasıl değebiliriz hayata? Bir Peçorin mi olmalıyız? Yoksa kendi aşkında yanan bir Anna Karenina mı? Peçorin kimseyi sevmedi. Anna Karenina istediği kadar sevilmedi. Peçorin, Anna Karenina'ya aşık olsun isterdim, sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun isterdim... Peçorin, eminim o zaman "Ya o beni sevmezse" diye soracaktı... Ben de ona, "Anna Karenine, Anna Karenina'ysa eğer, seni sever," derdim. Aşık bir Peçorin... Mutlu olurdu herhalde, ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından silerdi o zaman. Hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı olmayı mı, yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı? Siz hangisini seçerdiniz? Hayat seçimlerle dolu ve Pascal'ın dediği gibi "her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz. Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz. Bu da bir seçim... Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi, hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi? Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor, aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor... Ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz, en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor. Kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp duruyoruz. Eldivenlerimizi aslanların arasına atıp "beni seviyorsan onu getir," diyoruz. Bir eldivene bir aşk gidiyor. Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları denemeyin," diyor. Schiller, eldiven şiirini yazıyor. Peçorin, Anna Karenina'yı sevmiyor. Anna Karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor. Peçorin mi olmalı Anna Karenina mı? Her seçim bir kaybediş. Hele, hem Peçorin'i hem de Anna Karenina'yı seviyorsanız. Bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından dolanıyorsunuz ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz. "Ten hüzünlü heyhat... Ve okudum bütün kitapları." Heyhat ten hüzünlü, bütün kitapları okusanız da. En büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz, en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda kalıyor. Savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun kapısını açacak. Ama bunun için Peçorin'in Anna Karenina'ya aşık olacağı bir kitap bulmak gerek. Anna Karenina, Peçorin'e sevmeyi öğretmeli. Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı. Ahmet ALTAN(Geceyarısı Şarkıları)

Ümit Yaşar OĞUZCAN - Islak Gül


Islak Gül

Seninle paylaşmak uykularda en büyük günahları
Seninle uyanmak nice çılgın gecelerden sonra
Alır götürür beni kokun uzaklara en uzaklara
Ağzın dudaklarımda ıslak bir güldür sabahları

Tenin çekiyor beni tenin tutmuş saçlarımdan
Afrikalı kölenim senin, esirinim, mecburunum
Gözlerin değmese gözlerime kahrolurum
Ölürüm çekersen ellerini avuçlarımdan

Dönsün başım tutuşsun damarlarımda kanım
Gel otur yanıbaşıma erişilmez kadınım
Yum iri gözlerini, devir kirpiklerini
Ser önüme bir hazine gibi güzelliklerini

Sana en muhtaç olduğum şu anda gel
Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel.


Ümit Yaşar OĞUZCAN

Son Otobüs


Beni bu son otobüste,
Sevgilim unuttu şoför abi,
Kusuruna bakma belki dalgındı,
Belki düşünceliydi,
Kimbilir kimbilir ne derdi vardı.
Yoksa her zaman elimden tutardı. Istersen al beni,
Kayıp eşyalar bölümüne teslim et,
Sorana arka koltukta unuttum de,
Unutulmuş de,
Sonra hiç bir şey olmamış gibi,
Çek git evine be şöför abi,
Üzerimde kimlik falan arama,
Kimliğim sevgilimde kaldı benim,
Adresimi sorma bana,
Evim yok barkım yok,
Şu hayat değirmenini döndürecek çarkım yok,
Ümitlerim grevde,
Hayallerim bitkisel hayatta,
Saatini şaşırmış güneş gibi,
Akşamları doğup sabahları batıyorum,
İçimde sonsuz özlemlerimin yaylım ateşi,
Hep onun hasretiyle yanıyor, yanıyorum Yok...Yok şöför abi Biraz eskimiş, biraz yıpranmışım diye,
İşe yaramaz eşyalar bölümüne atma beni,
Malının kıymetini bilir sevgilim,
Beni bu gün unutmuş olsada,
Yarın mutlaka arayacaktır.
Ve eski bir şemsiyesini bulmuş gibi,
Sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlayacaktır... Ahmet Selçuk

Ahmet Selçuk İLKAN - Sen Bu Şiiri Okurken


Sen Bu Şiiri Okurken
Sen bu şiiri okurken,
Ben çoktan bu şehirden gitmiş olacağım.
Artık ne özlemlerimi duyacaksın bıçak yarası,
Ne de telefonların çalacak gece yarısı
Ve bu zavallı yüreğim olmayacak artık
Kaprislerinin hedef tahtası..
Seni sana,
Beni bir akıl hastanesine
Bırakıp gideceğim bu şehirden.
Nasılsa kavuşamadım sana,
Nasılsa dudaklarının kıyısına varamadım,
Nedense bütün çıkmaz sokaklar adresim oldu
Ve nedense bütün kırmızı ışıkları üzerime yaktın,
Ne yaptımsa,
Bir türlü sana yaranamadım. Artık adressiz,
Işıksız
Ve öylesine ıssızım,
Dünlerin kadar eskiyim,
Verdiğin acılar kadar paslıyım.
İşte çıkıp gidiyorum hayatından,
Nasılsa fark etmez senin için,
Belki çok şanslı,
Belki de en yaşlıyım.. Artık,
Pusulam hasreti,
Saatim yalnızlığı
Ve takvimler sensizliği gösteriyor bana.
Neylersin,
Yolcu yolunda gerek,
Belki bundan sonra,
Belki senden sonra,
Adam olur bu "asi yürek"
Ve dersini alır da bu sevdadan.
Bir daha,
Boyundan büyük denizlere
Asılmaz kürek.. Yarın bu saatlerde,
Ben yollarda olacağım,
Sen kimbilir kaçıncı uykunda,
Masal mavisi bir rüyada
Ve elbette o korsan yüreğin,
Yine pusuda.. Oysa,
İlk defa sesimi duymayacaksın,
Sitemlerin sahipsiz,
Soruların cevapsız kalacak,
Belki ilk defa içini kemirecek yokluğum,
Tanımadığın bir korku içini saracak
Ve ilk defa kendinle hesaplaşacaksın.
Ne oldu?
Ne oluyor?
Ne olacak? Sonra,
Bir gözün kör,
Bir kulağın sağır,
Bir ayağın kırık,
Bir kolun kesik,
Düşeceksin yollara.
Yani baştan başa yarım,
Yani baştan başa eksik,
Bütün duvarlar üstüne yıkılacak. Belki ilk defa,
“Unutuldum” diyerek için sızlayacak
Ve sen bu şiiri okurken,
Ayrılığımız çoktan başlamış olacak.
Belki de son tesellin,
Sana yazdığım “bu son şiir” olacak
Ve kimbilir,
Unutulmuş bir gecenin tam ortasında,
Başucundaki bir radyoda,
Uykusuz bir şair yüreğini çınlatacak
Ve bir daha fısıldayacak kulaklarına,
Sana adanmış bu satırları.. "Bütün şehirler uyur,
İstanbul uyumaz
Ve birgün
Bütün sevenler unutur seni,
Ama bu "şair yürek"
Asla unutmaz..."
Ahmet Selçuk İLKAN

Dudak Payı

Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp
Bütün kerpetenleri
Attım denize

Sunay AKIN

Sensiz de denizi seyredebiliyorum.

Hem dalgaların dili seninkinden açık.

Ne kadar hatırlatsan kendini boş.

Sensiz de seni sevebiliyorum.

Hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula,

Karşılaştığımız zamanlarda.

Sen, sevgiden şımaran çocuk,

Ben şaşıran budala.

Özdemir
ASAF

Gittim Bu ...raya kadarmış, yolun sonu

Oyun ...bitti rolleri bıraktık

Burada ...kaldı tüm replikler

Biter ...se son sözüm

Ve ...sen de susarsan