Cumartesi, Temmuz 29, 2006

Doğan Cüceloğlu'ndan...

Doğan Cüceloğlu

Toplumsal Kontrat

Çin bilgeleri üç büyük bilinmezden şunu anlarmış: 1- kuş havayı, 2- balık suyu ve 3- insan kendini bilmezmiş. Çin bilgelerinin söylemek istedikleri, “bize çok yakın olan, sürekli iç içe yaşadığımız şeylerin farkında olmayız,” gerçeği olsa gerek.

Toplumsal yaşam güven duygusu olmadan cehenneme döner. Her gün binlerce, evet abartmıyorum, binlerce etkileşimimiz olur; bu etkileşimler, otobüse binme ve inme, ya da kaldırımda yürüme gibi rutin ve otomatikleşmiş davranışlar olabildiği gibi, telefonda ya da yüz yüze konuşmaları içeren bilinçli sosyal faaliyetler olabilir. Bu etkileşimlerin her birinde sosyal ortamdaki diğer insanların iyi niyetlerine ve o iyi niyete bağlı davranışlarına olan güven o kadar gereklidir ki, bu güven olmadan sosyal yaşam cehenneme dönüşür.

Sosyologlar bu tür güvene, “sosyal kontratlar” adını verirler. Toplumsal yaşamın devam edebilmesi için her toplum kendine özgü sosyal kontratları yaratır ve yaşatır.

Evet, bugün yine güven konusunda yazmak istiyorum

Korkulu Rüyam

Taksiye binmek için elimi kaldırıyorum, önümde turan taksi şoförü, ben taksiye binmek için kapıyı açınca, “paran var mı,” diye soruyor. Hayretler içinde yüzüne bakıyorum; ilk defa böyle bir soruyla karşılaşıyorum ve, “bunu neden sordun,” gibi şoförün yüzüne bakıyorum. Fakat şoför sorusunun tuhaf bir yanı olduğunu düşünmüyor, benden cevap bekliyor. “Tabii var,” diyorum ve gitmek istediğim adresi söylüyorum.

Taksi ücretini ödedikten sonra, şoförle etkileşimimin yarattığı tuhaf bir duygu içinde lokantaya giriyorum.

Güler yüzlü bir Bey “Hoş geldiniz” diyor ve “Beyefendi, bu lokantada yediğiniz yemeklerin ücretini ödeyecek paranız umarım vardır,” diyor ve kredi kartıyla mı, yoksa peşin mi ödeyeceğimi soruyor.

Şaşkınlık içindeyim; peşin ödeyeceğimi söylüyorum. Benden bir miktar paranın depozite olarak kasaya bırakılması ricasında bulunuyor.

Bey çok kibar davranıyor, ama, söyledikleri onurumu incitiyor. Kendisine bu muameleye şaşırdığımı söylediğinde, duygumu çok iyi anladığını, böyle davranmak zorunda kaldıkları için çok üzgün olduklarını, ama son aylarda yaşadıkları nedeniyle bu tür tedbirler almak zorunda kaldıklarını söylüyor ve bu konuda hiçbir istisna yapamayacaklarını belirtiyor.

Şaşkın vaziyette cüzdanımdan bir miktar parayı kasaya depozito olarak bırakıyorum.

Masaya iştahım kaçmış ve şaşkın olarak yönelirken elektronik bir tarama kapısından geçmek zorunda olduğumu fark ediyorum ve o kapıya yöneliyorum. Cebimde taşıdığım tırnak makasımı almak zorunda olduklarını yine kibar fakat kararlı bir sesle bana bildiriyorlar. Bir tırnak makası ile neden lokantada oturamadığımı soracakken, hemen yanda asılmış bir levha gözüme ilişiyor: “Güvenlik elemanları ile konuşmak ve soru sormak yasaktır!”

Öfkeli, yalnız ve şaşkın bir vaziyette o lokantadan çıkıyorum; bana potansiyel bir suçlu muamelesi yapan bu lokantada yemek yememeye karar veriyorum. Fakat kasaya depozite olarak bıraktığım para aklıma geliyor.

Kasaya gidiyorum ve depozitoyu geri istediğimi, bu lokantada yemek yemek istemediğimi bildiriyorum. Yemek yeyip yemediğimi soruyorlar, “Hayır, yemedim, burada yemek istemiyorum!” deyince, elime bir form veriyorlar ve bu formu doldurarak kendilerine geri vermemi istiyorlar. Formu elime alınca bakıyorum ki, lokantada o an çalışan garsonların ve başgarsonun yemek yemediğimi kanıtlayan imzalarını almam gerekiyor.

Çaresiz, öfkeli, saldırgan bir durumdayım. Ne yapacağımı düşünmem gerekir, diye içimden geçirirken uyanıyorum.

Toplumsal yaşamda gizli anlaşmaların önemini anlatan bu rüya beni derinden etkilemişti.

Gizli Anlaşmalar

Yukarıda anlattığım rüyadan sonra yaşamımdaki yüzlerce gizli toplumsal anlaşmalar üstüne düşünmeye başladım. Örneğin, belediyenin otobüs işletmesiyle var olan anlaşmamın farkına vardım: otobüs durağına gelmesi beklenen otobüs gelecek, durakta duracak, kapı açılacak, şoför sarhoş olmayacak, elimdeki bilet geçerli olacak, otobüste hiç kimse bana vurmayacak, küfretmeyecek ve inmek istediğim durakta otobüs duracak, kapı açılacak ve inmeme izin verecek kadar kapı açık kalacak. Otobüs hattan kaldırılırsa belediye bunu daha önceden duyuracak.

Bu gizli anlaşmalar bende ve otobüs şirketinde karşılıklı beklentiler oluşturmaktadır; beklentiler yerine getirilmezse ilişki gerginleşir, rahatsız olurum.

Haber verilmeden kesilen su ve elektriğin beni niçin rahatsız ettiğini, bu rahatsızlığın altında hangi beklentilerin yattığını şimdi daha iyi anlıyorum.

Kişiler arası ilişkilerde de bu gizli anlaşmalar sürekli var. Düşünün, on beş yıldır evli adam eve gelince karısı akşam yemeği olmadığını, şimdiye kadar hep kendisinin pişirdiğini, artık sıranın şimdi kocasına geldiğini söylüyor. Adam şaşkın, ne diyeceğini bilemiyor; ve tahmin edebileceğiniz gibi öfkeli. Bu öfkenin altında farkında olmadığımız gizli beklentiler var; bu gizli beklentiler yine farkında olmadığımız gizli anlaşmalar üzerine kurulu.

Metroda ayaktayım; adam on iki yaşındaki oğluna, “kalk amcana yer ver!” dedi. Çocuk bir babasına, bir bana baktı ve hiç sesini çıkarmadan ayağa kalktı. “Çocuğu kaldırmasaydınız,” dedim. “Büyüklere yer vermesini öğrensin!” dedi. Bu toplumda nesilden nesile aktarılan bir gizli anlaşma, “büyüklere yer verilir,” “büyüklere saygı gösterilir.” Bu gizli anlaşma bir beklenti yaratır ve bu beklenti karşılanmazsa ortamda rahatsızlık olur, öfke olur.

Ben ilk defa uçağa bindiğimde yirmi üç yaşındaydım ve pasaport kontrolünün dışında başka bir güvenlik kontrolü yoktu. Bugün ayakkabınızı dahi çıkarttıkları güvenlik kontrolü oluyor.

Toplum olarak güvenin yüksek olduğu toplumsal dokudan güvenin düşük olduğu bir toplumsal dokuya gidiyoruz. Toplumsal dokuda güvenin yüksek olduğu toplumlarda yazılı yasal kontratlara pek gerek kalmaz; çünkü yazılı olmayan gizli kontratlar güçlü ve geçerli olunca, yazılı kontratlar güçsüz ve gereksizdir.

Toplumsal Sermaye

Daha önceki bir yazımda sözünü ettiğim toplumsal sermaye gizli toplumsal kontratlar üstüne kurulur. Gerçekte bir toplumun tek sermayesi, o toplumda yaşayan insanların birbirlerine duyduğu güvendir.

Bir toplumda katı kurallar varsa, aşırı denetleme gereksinmesi duyuluyorsa, bürokrasi ve bürokratlar sorgulanamaz güç mercileri olarak görülüyorsa, parası olan parasını yatırım yerine altına ve dövize yatırıyorsa, o toplum önemli bir güven sorunu yaşıyor demektir. Bütün bu söylediklerim, toplumsal dokuda güven eksikliğine işaret eder.

Bir toplumda kurallar asgari düzeyde ve esnek ise, denetlemeye o kadar önem verilmiyorsa, bürokrat ve bürokrasi iş yapıcının emrinde çalışıyorsa, parası olan ülkede üretim için yatırım yapıyorsa, o toplumda toplumsal sermaye yüksektir; para ve bilgi türünde sermaye, o toplumda iyi değerlendirilir.

Hangi Ülkede Yaşamak İstersiniz?

Mümkün olsa ve bu ülkede yaşayan herkese, “insanların birbirine güvendiği, güvenin yüksek olduğu bir toplumda mı, insanların birbirine güvenmediği, güvenin düşük olduğu bir toplumda mı yaşamak istersiniz,” diye sorsak, hiç kimsenin, “insanların birbirine güvenmediği, güvenin düşük olduğu bir toplumda yaşamak isterim,” diyeceğini sanmıyorum.

O zaman şöyle bir sonuçla karşı karşıya kalıyorum: “Benim ülkemde herkes insanların birbirine güvendiği bir toplum istiyor, ama, ülkemin insanları birbirine güvenmiyor!”

Bu çelişkili durum nasıl ortaya çıkıyor?

Güvenin İki Anlamı

Kendine güveni olmayan insanlar diğer insanlara güvenemezler.

Burada iki tür güvenden söz edilebilir: Biri kişinin doğru bildiğini yapacağına, dürüst davranacağına olan güven, ikincisi de becerikli olduğuna, iyi iş yapabileceğine olan güven. Birincisine ahlaklı olduğuna dair güven deriz; ikincisine becerikli olduğuna dair güven deriz.

İki tür ahlak olduğuna inanıyorum: (1) “Elalem ne der” türü dış kaynaklı ahlak; (2) “Ben ne derim” türü iç kaynaklı vicdan ahlakı.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışında yetişen çocuk, on bir, on iki yaşlarında, o toplumu yöneten temel ahlak ilkesini keşfeder. Bu ahlak ilkesini şöyle ifade edebiliriz: Kimse görmezse mesele yok.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışında yetişen kişiler bilirler ki, kimse görmezse insanlar mutlaka ahlaksızlık yaparlar. Ahlaksızlığı önlemek için insanları sürekli denetlemek ve gözetlemek gerekir. Müfettiş, uzman müfettiş, baş müfettiş, teftiş kurulu, başbakanlık teftiş kurulu, cumhurbaşkanlık teftiş kurulu birbirlerine güvenmeyen insanları gözetlemek ve denetlemek için vardır.

“Elalem ne der,” ahlak anlayışı içinde ahlaksızlık yapan kendi vicdanına karşı bir sorumluluk hissetmeyecektir; çünkü vicdanın gelişmesi için fırsat verilmemiştir. Olmayan şeye sorumluluk duyamazsınız. Yapılacak en akıllıca şey, “gören elalem”e rüşvet verip, onları görmemiş durumuna düşürmektir.

Kendinin dürüst olacağına güvenmeyen insan, diğer insanların dürüst olacağına güvenemez. Kimse olmadığı, görmediği halde dürüst davranmak “elalem ne der,” ahlakında kerizlik, salaklık, çıkarını bilmemek demektir. Öyleleriyle karşılaşırsa elinden geldiği kadar onları sömürme hakkını kendinde görür; çünkü o olaylara, “babana dahi güvenmeyeceksin” bilgeliği içinde bakar.

“Sen ne dersin, aynada gözlerinin içine bakabilir misin,” ahlak anlayışı, vicdanın gelişmesine olanak sağlar. Böyle bir anlayış içinde yetişen çocuk on bir, on iki yaşlarında şu temel ahlak ilkesini keşfeder: Gözlerinin içine rahat rahat bakamayacağın şeyleri yapma ve söyleme. Herkesi aldatabilirsin, ama, aynada sana bakan gözleri aldatman mümkün değil. Aynada bakan gözler senin vicdanındır.

Bu ahlak anlayışına “vicdan ahlakı” diyelim.

“Vicdan ahlakı” anlayışında yetişen kişiler bilirler ki, hiç kimse görmese dahi yapılan yanlış davranışı kendisi bilmektedir ve o nedenle vicdanıyla karşı karşıyadır.

Ahlaksızlığı önlemek için vicdanlı insan yetiştirmeye önem vermek gerekir; insanları sürekli denetlemek ve gözetlemek gerekmez. Müfettiş, uzman müfettiş, baş müfettiş, teftiş kurulu, başbakanlık teftiş kurulu, cumhurbaşkanlığı teftiş kurulu, bu kurullarda çalışanlar “vicdan ahlakı” geliştirmemişlerse, dürüstlüğün teminatı değillerdir, çünkü hepsi satın alınabilirler.

“Vicdan ahlakı” anlayışı içinde kişi önce kendi vicdanına karşı bir sorumluluk hissedecektir; çünkü vicdanın gelişmesi için fırsat verilmiştir. Vicdan kişinin ahlaki sorumluluk kaynağıdır. Yapılacak en akıllıca şey, “vicdanının sesini dinlemektir.”

Kendisinin dürüst olacağına güvenen insan, diğer insanların dürüst olacağına güvenerek işe başlar. Kimse olmadığı, görmediği halde dürüst davranmak “vicdan ahlakında” kerizlik, salaklık, çıkarını bilmemek değil, tam aksine uzun vadede akıl ve ruh sağlığına götüren en akıllı yol olarak görülür . “Vicdan ahlakı”ndaki kişi dürüst vicdan sahibi insanlarla karşılaşırsa elinden geldiği kadar onlarla işbirliği yapar; yüksek güvene dayalı bu işbirliği içinde sağlıklı bir toplum ve gelecek yarattığını düşünür.

Doğan Cüceloğlu (09/07/2006)

Hiç yorum yok: